Zeynep Merdan: Kendini Çalışmak
“Ben kendim ile kendim arasındaki bu aralığım”
Kimdir ben? Ben, Ben’e
ne kadar benzer? “Nereden bildin benim ben olduğumu?" diye sormuştu Oruç
Aruoba. Peki, nereden bileceğim benim “ben” olduğumu? Ben dediğimizin, gerçek
benimiz olduğu bilgisini nasıl bileceğiz? Roger
Reneaux, Jaspers’den ilhamla "Ben, olmayı seçtiğim şeyimdir." der
mesela. Benler adedince ben tanımı vardır çünkü. O benlerden biri olan ben de
şöyle derdim: Ben, Benim. Ben olan ve başkası olamayanım. Oysa ben’in her
dönüşümü kadar devinimi olacak bu tanımın da.
Kimsin
Ben?
Ben; özne
felsefesinin nesnesi, psikolojinin id-ego-süper ego diye parçalanan biricik
konusu, edebiyatta çoğu yüklemin faili, sosyolojide ise toplumdaki benlerden
yalnızca biri... Benin başka disiplinlerdeki bu bin bir görünümü yüzünden çoğumuz
ben diye bambaşka şeylerden bahsederiz. Ben diye en çok da özelliklerimizden
bahsederiz. Oysa ben; isim değildir. Yaş, ırk, cinsiyet bilgisi değildir.
Karakter özellikleri, din, siyasi görüş, fiziksel görünüş bilgisi değildir.
Bunların hepsi benden bir parçadır ama ben değildir. Ben’e en başka yorumu getirerek
“Ben bir başkasıdır” (je est un autre) diyen Rimbaud’a tezat olacak şekilde
ötekiyi, benden başkası olarak tarif eder Levinas. Ve Öteki’nin de kendine has
özellikler taşıyan, kendine ait duygu ve düşünceleri olan bir varlık olduğunu ancak
bunların hiçbirinin Öteki’yi tanımlamak için yeterli olmadığını belirtir.
Benlerin bu karmaşasında William James de meselenin iki kişiyle dahi karmaşık
olduğunu gösteren çarpıcı bir örnek sunar: "Bir odada iki kişinin bir
araya geldiğini düşünün. Ama aslında altı kişi vardır: Kendimi gördüğüm halim
ile Ben, Onun beni gördüğü hali ile Ben, Benim onu gördüğüm hali ile O, Onun
kendisini gördüğü hali ile O, Gerçekte olan Ben, Gerçekte olan O.” Benler
arasındaki çoğu mücadele, tarafların birbirini: "Kendimi gördüğüm halim
ile Ben, "Benim onu gördüğüm hali ile O" görüşü yüzünden kaynaklanır.
Böylelikle "gerçekte olan ben"lerin kimler olduğu gerçeğine, tarafların
diğer gözleri açılana dek kör kalınır.
Ben
Bilgisi
“Ben İsmet Özel, şair, kırk yaşında.
Her şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar
Ben yaşarken koptu tufan
Ben yaşarken yeni baştan yaratıldı kâinat”
İsmet Özel’in “Ben”
diye başladığı bu mısralar, ben bilgisinin apaçık kendini gösterdiği yerdir. Şairin
kendiliğine vardığı bu nokta aynı zaman varoluşunun da ışıldadığı yerdir. Fakat
bu ben ve var olma bilgisi sıklıkla başka şeylerle karıştırılır. Özel olma
arzumuz, otantiklik kaygımız biriciklik hırsıyla kibir güzellemelerine
dönüşüyor çoğu zaman. Var olma sürecimiz; bir bebeğin doğuşu, bir çiçeğin
açışı, bir kuşun uçuşu gibi kendiliğinden olmalı. Kendilik bir idealdir. Her
ideal gibi varılmaz ancak yaklaşılabilir ona. Kendilik, bireysellik ve kimlik doğuştan
verili olan özelliklerimiz değildir onlara ancak seçimlerimizle varırız. Varlığın
bilgisi, başlangıç noktasıdır. Var olmayı bilmeyenin var ettiği ne olur ki? Birçok
iyi düşünür ve sanatçı bu yüzden ontolojiyle başlar işe.
Simone Weil'in "Şeylerin karşısında bulunmak zihni
özgürleştirir; insanların karşısında olmak ise zihni küçültür" derken;
kendini kendisinin nesnesi edebilenlerle ve kendinden başka herkesi nesne
edenlerin farkını da ayrımlamış olur. Kendi dâhil her şeyi yazısına ve yapıtına
nesne edebilmekle; varlığını ve yapıtını başkalarına karşı var etme kaygısı gütmek
bambaşka şeyler çünkü. Kendi oluşuyla meşgul olmayı öğrenemeyenler,
bireyselliğini inşa etmiş ve kendi varlığı kendine yeten insanlara
katlanamazlar bu yüzden. Ben'in bilgisine yaklaşanlardan uzaklaşır;
varlıklarına tehdit olarak görürler. Çünkü kendilerinde olmayanı hatırlatırlar.
Oysa "ben"i bilen varlık, var olmayı da bilir, var etmeyi de. Var
olmak kastıyla yok etmek, en kötü varoluş biçimi. Var mıyız ki yok edelim?
Tasarlanmış
Benlik
Olmamışlık, insanın varmak istediği kendiliğe yakışamayışı... İstediği
oluşun, varlığında nasıl duracağını kestiremeyişi. Her oluş, kendini ziyan etme
riski taşır bu yüzden.
Levinas, başka bir olamayış ziyanı olarak Ben’in Başka’yla olan münasebetini
irdeler. Levinas'in etik öznesi Ben'in, Başkası'yla sonsuz sorumluluğa dayanan
ilişkisinin hasarlarından bahsedilebilir. Bu yerine geçme haliyle zamanla
“Başka’nın kölesi” durumuna düşer. Ve etik özne, kendisini Başkası’nın yerine
koyarak “başkasının rehini”[i] konumuna gelir.
Benlik bir marka
gibi tasarlanabilir mi? Yalnızca imajlar değil benlikler, kimlikler de marka
gibi tasarlanıyor artık. Sanal dünyada olduğu kişiden çok uzakta ideal
benliğini yansıtan çok kişi var. Sanal dünya; olunan değil olmak istenilen
kişinin ve bir konsept gibi tasarlanan kişiliklerin imkânını veriyor
kullanıcısına çünkü. Bu imkân, hepimizi bekleyen bir yanılsamanın da tehlikesini
barındırıyor. Olmadığı bir kişi gibi görünmeyi seçmek, insanın kendine
yapabileceği en büyük kötülük değil midir?
Birbirinin kopyası
yüzler gibi iç sesler de birbirine benziyor artık. Yazdıklarımız da ifşa ediyor
ki çoğumuz kendi sesimizi; iç sesimizi kaybettik. İç sesler birbirine karıştı
ve "kolektif bir özne" elde ettik: Ben Dili. Başka isimler, başka
kimliklerle, başka yüzlerle; aynı şeyi, aynı iç sesle, aynı üslûpla yazıyoruz. İnsan
kaybettiği sesini hatırlamalı. Eski fotoğraflarına bakar gibi, eski
yazılarından, günlüklerinden bulmalı kendini. Yüzü gibi... İç sesini
kaybettikçe kendinden uzağa düşüyor insan. Kaybetmemek için kendimizi;
kendimize dair her şeyi hatırlamalıyız. Eskiden, eski benden yardım alarak. Eskiye
bakmak, yeniyi idrak etmenin bir biçimi sanki. Eski fotoğraflara da yeni benin
farkını görmek için bakmaz mıyız zaten?
Özne’nin
Diktatörlüğü
Bir benin, başka bir
ben hakkında söylediklerini; o ben de aynı kelimelerle başkasına diyorsa; itham
eden “Ben" değişiyor ama mücadele hiç bitmiyor ve tüm bir insanlık aynı
savaşı veriyorsa? Sen ve Ben… Bu iki kelime Dünya üzerindeki milyarlarca insanı
kastedebiliyor. Sen ve Ben arasındaki mücadelenin milyarca tarafı var bu yüzden.
Her ben, muhatabını Sen kılıp Ben olmak istiyor çünkü. Oysa herkes Ben’i
sahiplene dursun Ben hep tek, Ben hep haklı. Sen ve o ise hep itham edilen...
Dilediği yüzleri, sesleri giyinecek kadar kudretli Ben. Ben hep haklı, hep en
iyi, hep en yüce. Ah bu Ben. Ah zavallı bu Ben.
İnsan ve resmi nasıl
farklıysa ben ve Ben de farklıdır. Mutlak Özne olan Ben ve ben farklıdır. Hiçbir ben, mutlak özne değildir. Kendi benini
Mutlak Ben olarak konumlayanlar ve kendini başka benlerin gözünden
"sen" ve "o" olarak göremezler. Bu yüzden de kendini nesne
edebilme yetisine sahip olamazlar. Oysa Ben’i yalnızca özne değil; nesne olarak
da düşünce ve sanata dâhil edebilmek yüksek bir aklın tezahürü. Ben, muhteşem
bir kelime. Yalnızca "ben"i kullanarak herkesi yazabilirsiniz.
Kendini mutlak özne,
kalan her şeyi kendinin nesnesi olarak görmek; Öznenin Diktatörlüğünde yalnız
kendi hükümleriyle hüküm sürmeye benzer. Şüphe, Öznenin Diktatörlüğünü yerle
bir eden ordusuyla çıkagelir. Şüphe, özneyi nesneye çevirir birden. Hükmünü
kaybeder özne. Özne sonsuz kişiliklere bölünür. Hükümsüzdür artık tüm
hükümleri. Peyami Safa "zekânın en sivri noktası şüphe ve
tereddüttür" derken haklı. Şüphe; şüphe(yi) edenden, şüphenin kendisinden
dahi şüphe etmektir. Öznesini, nesne edebilip her şeyine şüpheyle bakanda
eminlik kalır mı?
Egoizmi
Islah Etmek
Görece bir güç elde
ettiklerinde insanların ilkel benliklerinden çıkan sesi duymak, sahici
yüzlerini görmek zor değil. Böylelerini hınçla yermek, yersiz. Birazcık güç ve
ün, hepimizi zorbalara dönüştürmeye yetebiliyor çünkü. Güç tutkusu, kaçınılmaz bir
varış noktası olarak egoizme götürür insanı. Egoizm, her tür yükselişin en
kestirme yoludur çünkü. Oysa egoizmin yolundan kifayetsiz muhteris öyküleri
çıkıyor çoğu zaman.
Çağın gerçek vebası
egoizm değil midir? Dünya; hedonist, egoist insanı ıslah etmek adına küresel
felaketlerle intikamını alıyor sanki. Felaketler, hangi isimle gelirse gelsin
üstesinden gelmek için hep aynı şey gerekiyor: Egoizmi ıslah etmek. Egoizmin ıslahı
için benliği kurutmak, bireyselliği budamak gerekmiyor. Bireysellik ve egoizm bambaşka şeyler çünkü. Bireyselliğin varoluş imkânları,
Ayn Rand’ın hep yerilen bencilliğinin dahi erdemleri varken egoizmin yalnızca
hasarı vardır. Egoist, mülkiyet kurmak ister, bireysel insan kendini
gerçekleştirmek. Bu ayrıma varamayanlar kibir, narsisizm, egoizm zanneder onu.
Egoizm asimile eder, egoizmin olduğu yerde de göç kaçınılmaz olur.
Sağlıklı bir benlik
inşa etmenin yolu çok defa savaşçı bir benlikten geçiyor. Fakat bu savaşın
öznesi de nesnesi de insanın yalnızca kendisi olmak kaydıyla. Başkasını değil, kendini yıkmalı bir ben.
Ancak kendini yıkabilirse kendini inşa edebilir bir ben. Kendinin mimarı
olamayan hiçbir şey inşa edemez. Ne başkalarını yıkmalı ne de başkalarının bizi
yıkmasına müsaade etmeli. Bauman'ın "kimliklerimizin
tıpkı sanat yapıtları gibi yaratılmaları gerekiyor." sözü bir soruya
kapı açıyor. İnsanın ilk eseri kendisi değil midir? Kendini bir esere dönüştürmek,
oluşların en güzelidir bu yüzden. İnsan, ömrünün sonunda vereceği bir sınav
gibi çalışmalı kendini. Kendini çalışmak ne güzel şey.
Sözü Geçen Çalışmalar
Güneş, C. D. (2019). Emmanuel Levinas. Çağdaş Fransız
Felsefesi (s. 173). içinde Ankara: Phoenix Yayınevi.
Reneaux, R. (1994). Karl Jaspers'in Felsefesi.
Egzistansiyalizm Üzerine Dersler (M. Korlaelçi, Çev., s. 53). içinde Kayseri:
Erciyes Üniversitesi Basımevi.
Zeynep Merdan