Seyyid Ensar: Şiir, yaşadıklarıma dayanabilme kabiliyetimi arttırıyor.
Geçtiğimiz haftalarda yeni şiir kitabınız Gerçeklerle
Aramdaki Mesafe okurla buluştu, hayırlı olsun. Bu süreçten biraz bahseder
misiniz? İkinci şiir kitabının sizde nasıl bir karşılığı var?
Teşekkür
ederim.
İlk kitabın
yayınlanmasının üzerinden beş yıl geçti. Tek yapabildiğim yazmak ve sahici
dostluklar kurmak. Başka hünerim yok. Geçen sürede şiirden ayrı kalmayı göze
aldığım günler de oldu, bunun asla gerçekleşmeyeceğini kabullendiğim günler de.
Başa dönmek mümkün değildi, yola devam ettim Allah’a sığınıp çünkü anlatmak da
nimettir. Dünya, kıyamete doğru giderken bizler de kendi kıyametimize yürüyoruz
aldığımız her nefeste. İkinci kitap, bu yolculuğumda ikinci durak.
Şiirlerinizde ağır basan bir yüzleşme hâkim,
belki de şiiri sahici kılan bu aslında. Bu konuda düşünceleriniz neler?
İnsan hayatında
bazı kırılma anları vardır ve o anın henüz içindeyken dahi hissedersiniz; o an
ile hayatınız öncesi ve sonrası olarak net biçimde ayrılır. İnsan,
kaybedebileceği her şeyi kaybettiğinde veya kazanabileceği her şeyi
kazandığında aynı soruyu bulur karşısında; peki, şimdi ne olacak? İnsanın
kendisiyle karşılaşması iki durumu da aynı anda yaşamasına sebeptir. Kim
olduğunu gördüğü anda kim olmadığı da belirginleşir. Kendine kavuşmak ile
olduğunu sandığı kişiyle vedalaşmak ya da ondan vazgeçmek arasında geçen
yolculuğa tekâmül denebilir. Şiir, bir tekâmül vesilesi mi; bundan emin değilim
fakat yazma serüvenime, ilk şiirimden yayımlanan son şiirime gelene kadar
aradaki mesafeye baktığımda daha açık seçik görmemi sağlıyor geçtiğim yolları.
Netice
itibariyle aslolan tekâmül değil yakınlıktır. Bazı durumlarda sabit kalmak ve
konumu koruma isteği ilerlemekten daha hayırlıdır. Aracın aniden fren
yapmasıyla ileri doğru savrulmaktansa şiiri emniyet kemeri olarak kullanıp
bulunduğu yerde kalmak çoğu zaman daha hayırlı geliyor bana. Araçtan
fırlayanları görenler onları zaman zaman uçuyor sansa da...
Kendimle karşılaşmam çok zor oldu. İnsan, en çok kendine yabancı. Herkesi ve her durumu olduğu gibi ve hayatta her durumun mümkün olabileceğini kabullenmek insana fikir olarak sempatik fakat pratik olarak çok ağır gelir ancak hiçbirisi insanın kendisini kabullenmesi kadar ağır değildir. Beklentilerimizin büyüklüğü nispetinde beklentilerimiz gerçekleşmediğinde öfke, hayâl kırıklığı ya da korkuyla karşılık veririz. Yaşadığım anlarda fırsat buldukça durup kendime ne hissettiğimi sormaya çalışıyorum. Neden öyle hissettiğimi anlamak istiyorum. Kalbime kendi ellerimle yerleştirdiğim yahut ben fark etmeden girmiş olan ne varsa, hepsini görmek istiyorum. Belki bundan sebep, okuyanda karşılık buluyordur.
Yaşadımsa,
kurşunu çıkarmak içindi diyorsunuz
Konuşkan Yalnızlık ’ta, buradan hareketle sormak istiyorum. Siz yaşarken, şiir orada nasıl bir konum
alıyor?
Mağlubiyet
Karinesi de bu düşünceden doğdu. Kazandığımız kesinleşene ve kitabımız sağ
elimizden verilene kadar hepimiz mağlubuz. Çoğu defa, mağlup olmamıza sebep
olan aldığımız o ilk yara. Doğmuş olmak...
Dünyaya gelmek,
yara almaktır. Hepimiz yaratılmış ve dünyaya gönderilmiş olmamız hasebiyle asıl
varılacak yurdumuzdan ayrıyız ve bu yaranın hangi yolla şifaya kavuşacağını
aramakla mükellefiz bir bakıma. Kimimiz hevâ ve heveslerini sızıyı dindirdiği
ölçüde sahiplenir, kimimiz şifanın gerçekten kimden geleceğini bilir, kimimiz
de sızlayacak bir yaraya sahip olduğu için bile şükredecek mertebeye
erişebilir. Kahrı da lütfu da hoş görmek, biraz buna dair.
Allah’ın bizi
her an imtihan ettiği bilgisi çocukken bana verildi. Zamanla bu imtihanların
bazen de yükselmemiz değil, mevcut hâlimizi sürdürebilmemiz için verildiğini
gördüm. Dünyanın asla beklediğim gibi olmayacağına ikna olduğumda on beş
yaşımdaydım. O günden beri de buralı olmadığımı kendime hep hatırlattım.
Unuttuğum anlarda ise Allah hatırlattı. İlk gün ne için yazdıysam şu an yine
onun için yazıyorum aslında. Bu değişmedi. Dünyadayım ve burada var olduğum
günleri kayıt altına alıyorum. Kurşunu çıkarmanın bir yolunu arıyorum, kangrene
yahut daha ölümcül yaralara sebebiyet vermesin diye.
İnsanım ve yaratılmam hasebiyle hiç kimse bana borçlu değil, ben kimseden alacaklı değilim. Sadece dünyaya karşı bir elde dua, diğer elde tövbe; yürüyoruz sıratın üzerinde. Aradığımız dengeyi sağlayabilecek temel unsurlardan birisi de dünyaya dayanabilme kabiliyeti. Şiir, yaşadıklarıma dayanabilme kabiliyetimi arttırıyor. Onu, dünyayla aramdaki meselelerde her zorluğun beraberindeki kolaylıklardan biri olarak görüyorum. Yazmaya devam etmek ise bir işi bitirince diğerine koyulmak mesâbesinde.
Peki, bugün ve
geleceğe yönelik şiirin gidişatı hakkında neler düşünüyorsunuz?
Son insan da
gözlerini kapayana kadar yeryüzünde şiire ihtiyaç hep olacak. Yaşadığımız
anlarda, belleğimizde o anla ilişkilendirilebilecek mısralar ayaklanacak ve
gelip dilimizin ucuna durarak kendine ses arayacak söylenmek için. İster kerpiç
evlerde olsun ister rezidanslarda, ister çöllerde olsun ister metropollerde;
nerede insan varsa, orada insanın kendisini içinde gördüğü bir mısra vardır.
Genellikle hep iyiliğe, güzelliğe, umuda dair, insanı yaşama ısındıran
mısralardır bunlar ve geleceğe de ekseriyetle bunlar kalır. Gelecekte de en
büyük payı yine bu şiirler alacaktır çünkü insanın kavgaya, hasede, kine değil
samimiyete, sadakate ve tevazuya ihtiyacı var. Yalnızca, her anımızı en hızlı
nasıl yaşayabileceğimizin yollarını arayanlardan şiir de nasibini alabilir ve
haiku gibi nitelikli kısa şiirlerin daha revaçta olduğu günleri görebiliriz
ileride.
Son olarak
bugünlerde masanızda neler var?
Gökhan Ergür –
Yaşanmayacak Kadar Güzel
Peyami Safa –
Yalnızız
Osamu Dazai –
İnsanlığımı Yitirirken
Teşekkür
ederiz.
Seyyid Ensar