Emine Batar: Sevginin iki yüzü
Sevgi, sihirli bir
kelimedir. Diğer bütün duygu ve düşüncelere de yön verir, bunun doğrultusunda
fiilen kendini somutlaştırır. Güçlü, güçlü olduğu kadar kurnaz; masum, diğer
taraftan iki yüzlü bu duygu gönüller yapıp gönüller yıkar. Karşısındakinin
ruhunu okşarken, hissedenin bazen yolunu açar bazen de önüne set çekip bir adım
dahi atmasına izin vermez.
Sevgi herkesin kendi
yüzüne uyduracağı bir maske olmaktan hoşnut. Her doğan varlığa bahşedilmiş ve kutsal
görülen bir güzellik adeta.
Diğer bütün duygular
gibi sevgi de tek başına var olamaz.
Bir yaşındaki bir
çocuğu düşünelim. Ebeveynlerine türlü şirinliklerle sevgisini belli ediyor.
Seviyor, seviliyor. Böylece onlarla arasında gittikçe güçlenen bir bağ
oluşturuyor. Bakışları, teni, mimikleri henüz çok taze. Ne üzüntüden ne de çirkinliklerden
haberdar. Diğer duygulara yabancı ama kendini
sevdirmeyi öğrenmiş olarak doğuyor. Karşısındaki, kızgın baksa bile bunu
bir sevgi gösterisi olarak değerlendirip ellerini, ayaklarını çırpıyor ve
gülümseyerek karşılık veriyor. Bu duygu çocukta öyle etkileyici ortaya çıkıyor
ki karşısındaki kızgın bile olsa, birden yumuşuyor.
Çocuk büyür ve sevgi
sayesinde neleri elde edebileceğini öğrenir. Bu duyguyu kişiliğine uygun olarak
yönetme becerisini gittikçe geliştirir. Öğrendikçe masumiyetini kaybeder ama bu
onu hayata hazırlar. Sevginin gücünü keşfeder. Bilmek onu her geçen gün biraz daha çocukluktan uzaklaştırır. Hem
biyolojik hem de zihinsel olarak hayatın içinde değişen yerini yadırgamaz. İlk gençliğe
girdiğinde, öğrendiği şeylerin
anlamlarını farklı yorumlamaya başladığını yadırgamaz. Sanki bütün olup
bitenler olması gerektiği gibidir. Sevginin insanı iyiliğe ve dürüstlüğe
hazırladığı gibi kurnazlığa ve iki yüzlülüğe de çektiğini görür. Ama bütün
bunları yapan yine çok masum ve incelikli bir sözcüktür: “Sevgi!” Bu yüzden
rahatsızlık duymaz. İnsanı tuzağa en kolay düşürecek duygunun sevgi olduğunu
fark eder. Olması gerekenin bu olduğunu kabul eder, kabul etmek yükünü
hafifletir.
İnsan yüce olana
sevmek duygusuyla erişebilir. Karşımızdakini en kolay avlayacağımız duygu da
yine sevgidir. Diğer taraftan hem kendisine hem başkalarına en çetin tuzakların
ağlarını da sevginin ipleriyle örebilir.
Kişiliğin gerçek
ışıkları da karanlığı da sevgi sayesinde ortaya çıkar. Sevgi meylettirir veya
uzaklaştırır. Örter, gizler. Açığa çıkarır. Hemen her yönelişe uzanacak el,
sevgiyle güç bulur kendisine. İnsan ilişkilerinin en arızalı tarafını da en
sağlam yanını da oluşturmaya güç yetirebilir.
Sevginin gerçekliğinden
bahsetmek zor ve tehlikeli. Ekmek, su kadar ihtiyaç duyulan bu duygu; bile
isteye kanmayı, kandırılmayı beraberinde getirse bile baş tacı edilir. Çünkü kandırdığı
insanı bile değiştiren, dönüştüren bir itkidir. İnsan bazen yanlış adım atmayı
yerinde saymaya tercih eder. Bu büyülü gücün bedenini ve ruhunu doldurmasıyla
yaşatacağı hazzın karşılığında uçuruma sürüklenmeyi bile göze alır. Daha da
ilerisi aşkın bir hâldir ki artık duyguyu yönlendiren değil duygusu tarafından
yönlendirilen bir varlık haline gelmiştir. Bu da insanı çıldırma, insani
vasıflarını kaybedip alıklaşmış bir ruh haliyle sevilenden de aynı şiddette
sevgi beklentisine dolayısıyla sevginin nefrete dönüşümüne kadar gidebilir.
Zorunluluktan
doğan, ‘sevgiyle davranmak, seviyormuş gibi yapmak,’ gibi davranışlar insanları,
farkında olmadan ya da olarak iki yüzlü bir kişiliğe iter. Bazen nezakete veya
saygıya biraz sevgi serpiştirilir.
Dozu öyle dikkatle ayarlanır ki, duygusu gerçek değilse bile kişi kendinden
memnun kalır; lüzumlu bir şey yaptığına inanır. Modern toplumların ilişkilerde
aradığı da bu pürüzsüzlüktür. Böylece ilişkiler duygularla dümdüz edilir ve
sorgulanması da engellenmiş olur.
Sevgi söylevlerinin
günlük hayattaki sürekliliği, ilişkileri pürüzsüzleştirme ve dolayısıyla
bireyler arasında körlüğü bile isteye benimseme eğilimi doğurur. Bireyler sevgi
sayesinde birbirinin hatalarını görmezden gelebilirler. İnsan aç bir varlıktır.
Karşısındakinden duymak istediği okşayıcı sözler uğruna sevebilir. Yani aslında
sevdiği, karşısındaki değil kendi öz nefsidir. Kendisine duyduğu sevgiyi
başkasına yansıtır ve ondan yansıyan ışık huzmelerini soğurmaktan büyük haz
duyar. Çünkü ancak böylesi bir yöntemle içindekini yine kendisine çevirecektir.
Karşısındakinden “seni
seviyorum” sözünü duymak istiyor. Bunu duymak kendisine olan inancını tazeliyor
ve bu sözü söyleyenin büyüklüğü nispetinde
hatalarının da üstünü örtmüş oluyor; “Demek ki ben sevilmeye değer bir
insanım,” diyor.
Gerçekte hissedilen sevgi
olmadığı halde kurtarıcı rol oynayan ‘sevgi gösterilerini’ tamamen çirkin bulmak doğru olmayabilir. Bazen
bir ilişkinin bitmesini engellemek, birini hayata döndürmek, bir aileyi ayakta
tutmak için başvurulan en iyi yol
olarak görülebilir. Ama önünde sonunda, ‘olmayan sevgi’ yorulur ve bitkin düşer;
onca alınan yol bir çırpıda geri dönülebilir. Çünkü en sağlam ip dürüstlüğün
ipidir. Yine de hepsi yaşamaya dâhildir ve kınanamaz.
Sevgi dünyanın en
güzel duygusudur. Onu hâlden hâle sokacak olan insandır; kişi nasılsa sevgisi
de öyledir. Sevmek duygusu insani erdemlerle bütünleşmediğinde eksik, yanlış ve
zararlı bir hâl alabilir. Diğer bütün duygular gibi sevgi de tek başına var
olmaz. Onun ‘ne ile’ veya ‘nelerle’ bütünleşerek ortaya çıktığını düşünmek
gerekir. Bu da kişinin kendisinin farkında olması ve kendini sorgulamasıyla
mümkün olabilir belki. Belki diyorum çünkü sevgi sorgulanmayı reddeder. Ona baş
eğdirmek, hesaba çekmek güçlü bir bilinç ve kararlılık gerektirir.
Sevginin eğitilmesi
diğer duyguların da eğitilmesini sağlayan güzel bir yol açacaktır.
Sevilmek istiyoruz ama
kim tarafından? Neden ve nasıl seviyoruz? Herkes yatkınlıklarına uygun olarak
sever ve bu yönde seven bulur kendine. Dolayısıyla insanı yücelten, değerli
kılan sevgisi değil sevme sebebi ve biçimidir.
Emine Batar