logo
Mehmet Dinç: Bir kar tanesi

Mehmet Dinç: Bir kar tanesi

Uzun süren kuraklık günleri… Yağmur duasına çıkan temiz yürekler… Gözyaşı döken ihtiyarlar… Gökyüzünü gözleyen analar… Ve nihayet muştu gibi gelen kar… Evvela yükseklere düşüyor. Lütuf devam ederse zirvelerde tutunacak kadar çok yağıyor. Bir ferahlık veriyor, başka başka sebeplerle umut oluyor her gönle. Nihayet kar soğuğu geçiyor, güneş o gün daha bir parlak, daha bir sıcak yükseliyor. Karlar erimeye başlıyor… Toprağa karışıyor… Bir yolculuk çıktıkları… Nereye varacak kim bilir… Nereye varsalar olur? Nereye varsalar güzel olur? Nereye varsalar yerini bulur?

Kar tanelerinin suya dönüşüp toprağa karışmalarıyla dağların içlerinde bir akıştır gidiyor. Belki görünmez dışarıdan ama kulağımızı kaybetmesek sesini duyabilirdik. Akışın büyük bir heyecanı var. Çünkü ortada bir hayat memat meselesi var. Sonuçta kaybolup gitmek ya da çoğalarak seyretmek var. Endişeli bir takiptir artık bizi bekleyen. O çok uzaklardan gelen kar taneleri suya dönüşüp toprağa karıştıklarında nereye akacaklar acaba? Dağların içlerinde bazen kısa bazen uzun bir yolculuk bekliyor onları. Bazen çokça tıkanma bazen suhuletle akma var. Bazen diğer sularla buluşacak bazen yapayalnız arayacaklar. Ne arıyorlar? Neye kavuşmak, nereye ulaşmak istiyorlar? Ne olacak bulurlarsa, kavuşurlarsa, ulaşırlarsa?

Yolları yataklarına ulaştırsa onları. Buluşsalar bir küçük dere ya da coşkun bir ırmakla. Belki bir nehre kavuşurlar, belki oradan da bir denize ulaşırlar. Hatta neden olmasın, belki bir okyanusla buluşurlar. Büyük bir akışın parçası olmuşlardır artık. Kar taneleri, su damlaları bir dere, bir nehir, bir deniz, bir okyanus olmuşlardır artık. Kaybolmak, kurumak, yok olmak korkusu azade olmuştur artık.

Peki ya bulamazlarsa yataklarını? Ne kadar hızlı akarlarsa aksınlar, ne kadar yol kat ederlerse etsinler, ne kadar kuvvetli olurlarsa olsunlar ya bulamazlarsa yataklarını; kavuşamazlarsa bir coşkun akışa, karışamazlarsa bir büyük suya. Aman Allah vermesin, kötü, çok kötü olur. O hasreti çekilen, yolu gözlenen, duası yapılan yağış karanlık dağların içerisinde kaybolup, kuruyup gider ya. Ne kimseye faydası olur ne kimsenin kendisinden haberi bulunur. Yağarken hissedilen o varlık neşesi söner, suya dönüşürken fark edilen o heyecan solar, dağların içinde aranan o amaç ve anlam kaybolur. Var olması ile yok olması arasında bir şey kalmaz. Birkaç bitkiye az biraz nefes olabilecek bir nemli yolculuk belki kalır ardından ama onu da zayıf bir güneş bile kurutabilir. Yazık olur, çok yazık olur. Başka bir hikâye mümkündü aslında. Böyle olmayabilir, başka türlü olabilirdi. Üzücü bir hikâye oldu bu. Bir kar tanesinin yürek burkan sonu.

Peki ya bizim hikâyemiz nasıl olacak? Sonumuz yüz mü güldürecek, yürek mi burkacak? Yağdık bu dünya dağının zirvesine ya da eteklerine. Yıllar içinde eritti de hayat bizi, karıştı o dağın içerlerine. Bulabildik mi yolumuzu, yatağımızı? Buluşabildik mi bir dere ya da ırmak ile? Ulaşabilir, kavuşabilir, karışabilir miyiz acaba okyanuslara? Yolumuz yatağımızı bulmaya gitmiyorsa kavuşma olmaz. Hikâyemiz kendimizle başlayıp kendimizle bitiyorsa tabii ki kurumak mukadder olur.

Ne yapsak da olmasa sonumuz böyle? İsmet Özel, “eskiler iz sürerdi / biz muttasıl arıyoruz yeni insanlar” diyor. İz sürmemiz gerekiyor. İz sürmek yatağımıza giden yolu bulduracak. Agâh olmamız gerekiyor. Agâh olmak, yatağımıza ulaştıracak insanlar ve imkânlarla bizi buluşturacak. İstememiz, çok istememiz, dualarımızda gözyaşı dökmemiz gerekiyor. Gözyaşlarımız ve dualarımız bizi yatağımıza kavuşturacak.

Yolun sonunda bir dere, bir ırmak, bir nehir ya da bir deniz hangisiyle buluşursak buluşalım biteviye şükredeceğiz. Şükredeceğiz ki kaybolmadık, kuruyup gitmedik bir dağın karanlığında. Şükredeceğiz ki boşa gitmedi, anlamsız sonlanmadı bu yolculuğumuz. Bir çiçeğin susamasına, bir buğdayın kurumasına, bir çocuğun kavrulmasına şifa olacağız. Şükredeceğiz ki buluştuk, birleştik, bir olduk da hikâyemiz bitmiyor, bitmeyecek kıyamete kadar.

Mehmet Dinç