logo
Kelimeyi Seversen Kelime Seni Sever

Kelimeyi Seversen Kelime Seni Sever

Yahya Kemal merhumun ‘Vuslat’ şiirini Batı dillerinden birine çeviriyorlar, vuslat kelimesine bir türlü karşılık bulamıyorlar. Şaire danıştıklarında ‘Vuslat’ olarak kalsın diyor. Şiirin çevirisi de ‘Vuslat’ adını taşıyor.

Bazı kelimeler vardır dilimizde, kökeni hangi dil olursa olsun, köken dilde hâlâ kullanılsa bile, bizde öyle derin anlam kazanmıştır ki, kurban olduğum Allah bu dağları, bu bin yıllık ardıç ağaçlarını, bu ırmakları ve bunlarla birlikte biz Türkleri yaratırken o kelimeyi de bizimle birlikte, bizim kanımıza, bizim canımıza bandırıp bulayarak, bizim gönlümüzde ağırlayarak yaratmıştır desek mübalağa olmaz. Belki her dilin böyle kelimeleri vardır. Belki değil, mutlaka vardır. Ancak, milletimizin yeryüzü yolculuğundaki el içine çıkmışlığı, güngörmüşlüğü, kelimelerimizi daha bir bizim kılmaktadır. Ondan ki Türkiye Türkçesinde halkımızın istimal ettiği, bin yılı aşkındır kendindeki yüceliği yüklediği Arapça ve Farsça kelimeler artık o dillerin değil bizim kelimelerimizdir. Onların yüklediği anlamları biz anlarız da bizim yüklediğimiz anlamları, o anlamların açtığı başka anlamları onlar anlamaz; o tedai bahçelerinin ıtırlı kokusunu biz duyarız, onlar duymaz.

Vefa da o
kelimelerden biridir.

Her gün gazetelerde ilanlarını gördüğümüz, salasını duyduğumuz, bazen müteveffasının cenazesine gidip hakkımızı helal ettiğimiz, nasıl bilirdiniz sorusuna hep bir ağızdan iyi biliriz cevabını verdiğimiz, bazen gök ekini biçmiş gibi içimizde sızılı pınarlar kaynatan “yiğit” götürene gümrendiğimiz* “vefat” kelimesi de vefayla aynı köktendir. Öyle ya, ölüm de, ahiret kapısından girmek de bir sözünde durmadır, bir borcun ifasıdır.

İfa kelimesi de aynı köktendir. Arapça aslına uygun kullanılmıştır Türkçede de. Lise yıllarında ticari muhasebe ve maliyet muhasebesinde öğrendiğim ifanın vefayla, vefatla alakasını sonraki okumalarımda fark etmiş, bu soğuk alışverişten vefatın soğukluğuna çağrışımlar tipisini vefanın sıcaklığıyla dindirmişimdir.

Fuzuli’nin “bivefa” olarak yakındığı yârin gençlikten kalma aşk yarası izlerini hatırlatması ürpertilidir elbette, klasik şiirimizde vefasızlık yârin sıfatlarından biridir biri olmasına da makas o kadar açıktır ki, dost bildiğimiz, dost olabildiğimiz, dost olmayı bildiğimiz kim varsa vefayı ona layık görmüşüzdür. Vefalı olan başta Allah değil midir? Vefalı olan Efendimiz değil midir?

Vefa yârden beklenir çünkü ağyarın vefası olmaz, ağyardan vefa beklenmez.

Vefasız diye kızdığımız, bazen yüzüne karşı söylediğimiz, söylediğimizde yüzünde mahcup bir bulut dolaşan muhatabımız da hâlâ dostumuz olmaya devam ediyor, hatta vefasız sözünü duymakla dostluğunu tescil ettiriyor demektir.

Vefakârlık her türlü kırımdan, kıyımdan, yoksulluktan, yoksunluktan, bin türlü dünya tuzağından çıkarak bugünlere gelen milletimizin en büyük hasletlerinden biridir. Allah bilir ya, bu millet ahdine vefa gösterdiği için, vefakârlık gömleğini tarihin hiçbir döneminde üzerinden çıkarmadığı için bugün de dünya mazlumlarının, dünya mağdurlarının ümidi olmaya, başı sıkışanların sığınağı olmaya devam etmektedir.

“Sevgisini sürdürme, sevgi, dostluk bağlılığı” karşılığını veriyor Türk Dil Kurumu vefa kelimesine. Vefalı / vefakâr kelimesini “vefası olan, sevgisi geçici olmayan, hakikatli, vefalı” olarak anlamlandırmış. Dil Kurumu’nun sözlüğündeki anlamların da “dar” olduğunu içinde vefa geçen, vefalı geçen, vefasız geçen bir türkü dinlediğinizde, gönlünüzün yaylalarında yılkılar doludizgin koşuya durduğunda anlıyorsunuz. Vefaya anlam vermek, bir türlü dibine ulaşamadığınız, derinliğini bilmediğiniz bir suyu elinizdeki uzunluğu belli değnekle ölçmeye benziyor biraz da.

14’üncü yüzyıldan itibaren / ifa ve vefatla birlikte / kullanmaya başladığımız vefa kelimesi, dilimizde öyle yer etmiştir ki, Türkçe dil olurken, Türk milleti millet olurken, o da olanca çağrışım zenginliğiyle bizimle birlikte olmuş gibidir.

Biz vefayı sevmişizdir, vefa da bizi sevmiştir.

Biz vefalıyı sevmişizdir, vefalı da bizi sevmiştir.

Biz vefasızlık yapanı da kınamadan, küçük bir yaramazlık yapmışçasına sevmişizdir.

Türkiye’de Efendimizin, Efendimizin annesinin, eşlerinin, Ehli Beytin isimlerini taşıyan kişi 25 milyonun üstündedir. Askerliğiniz yapan her insanımızın bir adı da Mehmetçiktir. İstatistikle, akılla, mantıkla izah edilemeyecek böyle bir adlanma / adlandırma ancak Peygamber sevgisiyle izah edilebilir ki onun adı da vefadır.

 

 

 

 

 

Mehmet Aycı