Kalbin şiddeti
Kalpleri
dillendirmenin, kalpler adedince imkânı var. Filozoflar, yazarlar, sanatçılar
hepsi kalbi olandan, kalplerince bahsettiler. Gazzâlî "Kalplerin
Keşfi" adını verdiği eserinde, kalplerin metafizik keşfinin en şiddetli hallerini
tasvir eder. Kalpleri dile getirişin dahi şiddeti vardır çünkü. Dîlin dile,
söze gelişinin bedelidir bu. Bizler, kalbin hallerinin keşfini yapayım derken
otopsisini yapıyoruz çoğu zaman. Ve yok yere kalbimizi parçalıyoruz.
İbn
Arabî “kelime”nin Arapça "yara izi" olduğunu nakleder. Yaradır, bazen
kelimeler. Kelimeler, bazen de şifadır. Dilin şifasının kudretini diliyle
yaralar aça aça keşfediyor insan. Ya da başkalarının diliyle yaralana yaralana.
Söz, bir büyü. Bu büyünün zehri de şifası da var, dilediğimizi tercih etmek elimizde,
dilimizde. Dilini değiştirenin dîli değişiyor. Dil, kalbîn sesi çünkü.
Her
Kalp Kalpleri Kendi Kalbiyle Tanır
Sevdikleri
benzemedikçe birbirine, sevmiyorlar insanlar birbirlerini. Acıları benzemedikçe
birbirine, acımıyorlar insanlar birbirlerine. Öyle değil midir? Keşfin o
bakışıyla başlar hep. Gelir ardından, kaçınılmaz bir sevmek. Sevgi, sarmaşık
gibi kök salar ruha, ünsiyet olur saçakları. Sonra bir bakmışız ki, ünsiyet
kurduklarımızla mizaçlarımız nasıl da benziyor. (Ya da mizacımız benzediği için
sevmişizdir zaten.) İnsan severken korkmalı da bazen. Sevmek, ünsiyetin
saçaklarını dolar insanın ruhuna. Ruh, sevdiklerinin hâliyle hâllenmekle
kalmaz. Sevdiklerinin yazgısından da alır hissesini. Bahtları gibi bahtsızlıklarını
da meziyetleri gibi kusurlarını da.
Kalp
nasıl da biliyor: Bencillikten âlâ kabalık; diğerkâmlıktan âlâ zarafet yokmuş.
Gerçekten sevmeyen kalplerin iki büyük alameti: Birinin mutsuzluğuna içten içe
sevinip; mutluluğuna içtenlikle sevinememek. Sevinç, sevgiden taşar. Sevinçsiz
sevgi olur mu? Toprak bedenin en verimli, en nemli yeri: Kalp. En kurak kalp
dahi filizlendirecek bir tohum arar hep. Küçük bir ottan dahi filiz yeşertir.
Boş kalan her kalbin yeri dolar hep... Ama nefret dikenleri ama yeni sevgi
tomurcuklarıyla. Boşluk, en çok kalbe yakışmaz çünkü. Evrenle kalp arasında
sonsuz bir ilişki var. Evrenin genişlediği gibi genişliyor kalp de. Güneşi,
gezegenleri, yıldızları, karadelikleri, toz bulutlarını hepsini sığdırabiliyor
içine. Kalbin sonsuzluğu böyle bir şey.
Kırılan
kalpler, kurumuş çiçeklere dönüşüyor zamanla. Kıran kalpler ise çiçeksiz, kara
bir mezarlığa. Kalbi size bir türlü ısınamayan, tüm hissî gayretinize rağmen
itminan olamayan, hep bir şüphede kalan insanlara kalbinizi yarıp içini göstermenize
gerek yok. Her kalp, kalpleri kendi kalbiyle tanır.
Kalbin
Dilleri
Güzel
söz, yalnızca çiçekleri sallandırabilecek kadar ince bir esintiye benzer. Ancak
güzel ruhlar duyabilir onu. Kem sözse;
veba gibidir. Yıkıcı, zehirleyici hızıyla yayar kötülüğün azgın tomurcuklarını.
O kara rüzgârına direnmek öyle zordur. Güzel dil, çiçekleri çoğaltan rüzgâr
gibi güzelliği çoğaltır yalnızca. Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaktan başka bir
amacı olmayan kindar kalplerin zehirli diliyse; Dünya'yı daha kötü bir yer
yapar yalnızca.
Bertrand
Russell, “Sevgi bilgeliktir. Nefret aptallıktır" derken muhabbetin
bileşenlerini işaret ediyor sanki. Muhabbetin sohbet ve sevgi gibi iki anlamı
olması manidar. Sesini, sözlerini, sohbetini sevdiği insanı seviyor insan. Sevmediğine
ise önce yüzünü, sonra sırtını, en son da kalbini çeviriyor. Birbirini sevmeyen
insanlar bu yüzden birbirlerinin konuşmalarına katlanamazlar. Nefret hâlinde
ise ses, jest & mimikler, vurgular, muhakeme tarzı, en çok da benliğin
duyulduğu yer olan retorik kısmı katlanılmaz hâle gelir.
Kalbi Kırıklar Zümresi & Kalbin
Şiddeti
Kalpler, kırdıkları kalplere muhakkak uğrarlar.
Cinayet mahalline geri dönen katiller gibi…
Dinmeyen her şey, şiddetleniyor. Şiddetin her
türünü, şiddet gösterdiği şeyde derinleşemeyenler gösteriyor. Şiddet gösterenler,
insanların ruhlarına dokunmayı bilmeyenler bu yüzden. Dilde şiddet gösteren;
dilin, kalbî şiddet gösteren; hissetmenin, zihinsel şiddet gösteren;
düşünmenin, ruhsal şiddet gösteren; tesirin, fiziksel şiddet gösteren;
dokunmanın inceliklerini keşfedemeyenler yüzünden. Korku, tıpkı kötülük gibi
inceldikçe en tehlikeli hâline bürünüyor. Korkunun zarafeti böyle bir şey.
Masum bir kalbi kırmak korkusu... Nefislerin nefesini, kalplerin şiddetini
duyanlar için tüm korkulardan daha korkunç. Abdulkadir Geylani, Fütuhu'l
Gayb kitabında Münkesiret'ül Kulub adı verilen bir zümreden bahseder.
Anlamı, “Hak için Gönlü Kırıklar Zümresi”dir. İncinmekten çok, incitmekten
sakınan kalplerdir onlar.
İnsanın en mahrem yeri kalbi değil midir? Bu yüzden
mahremiyet en çok kalbe yakışıyor. Çekingenliğin korkaklık nişanesi kabul
edildiği bir zamanda kimse çekingenliğin kalbî bir hâl olduğunu göremiyor.
Böylesi bir çekingenlik, kalbin en güzel örtüsüdür. İnsan, yakınlığın işareti;
kalbinin üzerindeki örtüyü açtığı ilk an, o çekingenliği hisseder. Çekingen
kalpler, haris kalplerle karıştırılır çoğu kez. Kalbindekileri saklarken
harisler, kalplerini saklar çekingenler.
Kalbin
şiddetinde aşk “kalp kırma kudreti"ne indirgenir çoğu zaman. Birinin kalbini
paramparça edecek kudretiniz yoksa âşık etme kudreti de olmaz bu bakışa göre.
Bu yüzden kalp kırıklığı, kibir kırıklığıyla karıştırılır çoğu kez. Birinin kalbini kibrinden daha çok kırmışsanız
sizi çok sevmiştir. Kibrini kalbinden daha çok kırabilmişseniz size âşık
olmuştur. Kalpler de mülktür... Bir kalbin bahçesine talan eder gibi girmenin
vebali vardır: Bizim olmayan bir mülkü işgal etme vebali. Her mülkün sahibi
vardır. Başkalarına ait olan kalpleri harap etmemeli, işgal etmemeli.
Fethedilen onlarca ölü kalbin üzerinde, mutsuzluktan ölüyor insan çünkü.
Aşkını
ilan edeceğine ölmeyi yeğleyecek kadar gururlu bir kalp ancak böyle söylerdi
zaten: "Sen kimseyi sevemezsin. Sevmeyeceksin" Zeki Müren'in
bu şarkısı tipik aşk şarkılarından başkadır. Âşık, maşuk olamayışına öyle
içerlemiştir ki, muhatabının kalbinin olmadığına inanarak avutur ancak aşk
acısını: "Sen kimseyi sevemezsin. Sevmeyeceksin.” (Çünkü
sevebilseydin yalnız beni sevebilirdin) Kalbin, gurur uğruna inkâr edilişi,
kalbe en büyük ihanet değil midir? Kibrinin prestiji uğruna bir vakitler
sevdiği, seçtiği her şeyi inkâr eden, zamanın kolayca yalancı çıkarabildiği bir
kalp neyi kazanmıştır ki?
Kalbin Kusurları
Eskiden bir olmanın ilk koşulu kan bağıydı. Sonra
bir kalbimiz olduğunu hatırladık. "Gönüller bir olsun" dedik. Baktık
kalplerin ipliği kısacık, kırılgan. Aklın yolu bir dedik. Bu Hedonist Çağdaysa;
ortak zevklerin haz bağıyla hazla beğenip, hızla tüketiyoruz birbirimizi. Çabucak
sevmek bir kusur çünkü; bir kalp kusuru. Kalbin bu hızlı ve hazlı halleri
sevmek midir gerçekten? İsmet Özel bu yüzden mi tez kızaran güllerden sakınmak
gerektiğini söyler?
Kabir
ve kalp. Ne çok benziyor birbirine. Kötü kalp kabir gibi daracık bir mesken...
Güzel kalpse sonsuz bir bahçe. Kalbe fena bir misafir gelirse... Kalp daracık
bir meskense, teneffüs etmeli hemen. Uçsuz bucaksız bahçeyse, içine giren her
şeyi kendine benzetir zaten. Huzursuzluğun kalpte de tezahürü var. Kalbin; başkayı
yabancılaması gibi, bazı kalpleri yabancılaması, evinden ayrı düşmüşün hâli
gibi, bazı kalplerin hâllerinden huzursuz oluşu… Oysa “kalbinin içini evi
yapanlar” ne sıcak.
Ağlamak
biriktirmek ve ağlayamamak kalbi rutubetlendirir. Sonra çürüme başlar: Kalp
çürümesi. Kalp çürümeye yüz tutunca kibir filizlenir. Kibir, kalpleri öylesine
kendisiyle doldurur ki; kibirle dolmuş bir kalbe başka kalplerin sevgisi
sığmaz.
Kalbin Islahı
Hücvirî, Keşf'ul Mahcûb kitabında iki tür
kalpten bahseder: Hicab-ı Reynî ve Hicab-ı Gayn. Kara Kalp
olarak izah edilen Hicab-ı Reynî, hicabı
(örtüsü) ebedi olarak açılmayan kalpken; Hicab-ı Gayn açılması mümkün olan hicap
anlamına gelir. Kalplerin
ıslahının ayırdında mühim bir ayrım. Şüphe
akla, inanmak kalbe yakıştırılır. Oysa aklın inandığı gibi kalp de şüpheye
düşebilir bazen. Aklın inanmasından sanrı, kalbin şüpheye düşmesinden vesvese
çıkıyor. Dünya küresel tüm sorunlara karşı önlem almış, silahlanmış ve
savaşmışsa bugün de kalbinin sıhhatini korumak ve ıslah etmek adına kalbî
silahlarla teçhizatlanmak zorunda.
Kendi
vicdanımızın mahkemesinde, kendi değerler hiyerarşimizle başka kalpleri yargılıyoruz
hepimiz. Pascal, Risaleler’de ''Kalbin kendine has nedenleri vardır /
aklın hiç bilmediği.'' der. İnsanların bir şeyi söylemek, söylememek yahut
sesiz kalmak için son derece makul, meşru, vicdani gerekçeleri, kalbî sebepleri
olabilir oysa. Her kalbin dili, sesi, cesareti başka başka. Kalpler adedince
yüreklilik biçimi var. İç seslerin en yüreklisi vicdanın sesidir. Vicdan, dışa
dönük değil içe dönük sorgulamadır. Vicdanın yalnız kendine soracağı soruları
insanlara sormamalı. Kimse kimsenin vicdanının sorguya çekmemeli. İnsanın
dışarıya olan cesareti onu ne kadar korkusuz ve hür kılıyorsa, içine olan cesareti
onu o kadar yürekli kılıyor. İnsanın sözünü, en güzel vicdanının sesi kesiyor.
Zeynep Merdan