Ali Emre: Karanlığın ucundan bir ışık
Dünyanın birçok yöresinde savaşlar, kıyımlar, kovuşturmalar, yokluklar, yok saymalar, zulüm ve zorbalıklar, kitlesel açlık ve çaresizlikler nedeniyle binlerce, on binlerce insan kaçmaya, yollara düşmeye, kendini yeryüzüne vura vura bir çıkış yolu aramaya devam ediyor hâlâ.
Göçler, kaçışlar, sığınma talepleri
artıyor. Keyif ve haz için oradan oraya hoplayıp duran, yer beğenmeyen tuzu
kuruları gözümüze sokanların sayısı az değilse de son yıllarda, bizi insanlığımızdan
utandıran devasa bir mülteci dalgasıyla irkiliyor bütün dünya. Çin’den Nijer’e,
Suriye’den Küba’ya bir kaçış ve arayış atlasına dönüşmüş yeryüzü. Kaçamayanların,
bulundukları yerlerde sıkışıp kalanların durumu bir yana yüzlerce, binlerce
insan çok ağır ve zorlu şartlarda yeryüzüne tutunmak için çırpınıyor.
Çok sayıda aile parçalanıyor, umutları
kararan on binlerce insan nereye yöneleceğini, ne yapacağını bilemez duruma
düşüyor. Bunların bir kısmının da kendilerini başka ülkelere götürmek için
anlaştıkları kişiler tarafından kandırıldığına, yüzüstü bırakıldıklarına, ölüme
terk edildiklerine tanık oluyoruz. Bazıları da sığındıkları ülkelerde yeni
eziyetlerle karşılaşıyor hatta göz göre göre katlediliyorlar. Kısaca, umuda
açılması beklenen kapılar içimizi inciten trajedilere dönüşüveriyor bir anda.
Çeşitli nedenlerle, dünyayı kendilerine dar
etmek isteyen şahıslar ve şartlar karşısında, başka bir seçenek aramaya devam
ediyor hâlâ milyonlarca insan. Yurtsuz, yuvasız, köksüz, topraksız, yarınsız
bırakılan yeryüzü sürgünlerinin, koyu bir çaresizlik döneniyor hâlâ
çevrelerinde.
Sürgün, hicret ya da iltica nedenleri
farklı olsa da tutuşmuş bir gül bırakılıyor içlerine. Bakışlarına perdeler
iniyor. Şarkıları susturuluyor. İtilip kakılıyorlar. Horlanıyorlar.
Kovuluyorlar. Aç bırakılıyorlar. Katlediliyorlar. Ölüme terk ediliyorlar.
Dillerine ve eğinlerine zorbalığın gölgesi düşüyor sürekli. Tespih taneleri
gibi savruluyorlar insanlığın üzerine.
Sıcak bir yuvaya, bir tas çorbaya, bir
dilim ekmeğe muhtaç bırakılıyorlar kimi zaman. Kimi zaman kendilerini
aşağılayıp ezmeyecek bir dost kucağının düşünü kuruyorlar. Rahatça ve özgürce
soluklanabilecekleri bir insanlık iklimi arıyorlar. Bir dost eli yahut.
Kabil’in murdar baltasından uzak bir yeryüzü konukluğu.
Çok sayıda, topluca öldükleri zaman bir
haber değeri taşıyorlar genellikle. Ne isimleri merak ediliyor üstelik ne de
ölümcül ve dokunaklı hikâyeleri. Ayakta kalanlar da duygudan yoksun kanunların,
dar mevzuatların, yabanıl bakışların, kötü muamelenin kurbanı oluyorlar.
Sığındıklarına bin pişman ediliyor çoğu.
Oysa ne kadar zordur kopmak, ayrılmak,
göçmek, kaçmak, sığınmak.
Karanlığın ucundan bir ışık yaratma çırpınışıdır bu. Aydınlığa açılan bir kapı aramak, o kapıyı zorlamak, yüzlerine kapanmayacak bir kapı bulma umuduyla yola çıkmaktır. Bir yeryüzü sürgünlüğüdür. Dayatılanlardan, bütün yolları kesenlerden, insanı boğup yok eden zulûmattan uzaklaşma isteğidir. Yöneticileri ya da halkı zalim olan bir ülkeden çıkıp kurtulma eylemidir. Bir koruyucu arayıp bulma çabasıdır. Bitimsiz bir mustazaflıktır kimi zaman.
Acının ve çaresizliğin titretip durduğu elleriyle her gün kapımızı çalan mültecilerin, muhacirlerin durumunu düşünmek, onların dertleriyle ilgilenmek, onların bir sahip, bir yardımcı arayan çırpınışlarına ortak olmak bizim de en temel insani ödevlerimizden, sorumluluklarımızdan biri olmalıdır.
Ali Emre