Muhit Kitap’tan yayınlanan ilk romanı Kalbin Arka Odası’yla TYB roman ödülü alan Ayşegül Genç ile söyleşi:
Geçtiğimiz
yıl, ilk öykü kitabınız Ceylan Uykusu ’nu
yayımladınız. Deneme yazarlığınız ise çok daha eski. Türler sizin için
‘’biçimden öte’’ ne gibi anlamlar taşıyor?
Meşhur bir söz vardır, bilirsiniz ’’Ne anlatacağımı biliyorum ama nasıl anlatacağımı bilmiyorum.’’
Edebiyat bir buluşma olduğu kadar bir denk gelmedir de. Okur ummadığı anda
kendinde olan bir hisle karşılaşır. Bu karşılaşma randevu verilmediğinde,
kararlaştırılmadığında ve aniden gerçekleşiverdiğinde en samimi hislerin ortaya
çıkmasına neden olur. Okur ile bir buluşma anı tertip etmek yerine bir
karşılaşma anı için her daim hazır olmak bizi sonuca daha çabuk ulaştırır. Bu
anlayış; biçimleri ve türleri aşan bir anlayış belki de.
Hayatın bir parçasını almak, üzerinde düşünmek onu kelimelerle sarmak, daha iyi bir hale taşımak için hazırlanmak belki edebiyatı da aşan bir anlayış. Aşkın bir bakış…
Muhit
Kitap’tan çıkan Kalbin Arka Odası bir
eve dönüş anlatısı, eve övgü. Ev nedir ve neresidir?
Ev kalbin ben buradayım dediği yerdir. Onun ben buradayım
demesi ile göğsü genişler insanın, göğüs genişledikçe gönül olurmuş adı. Hz.
Mevlana mürşitlerin gönlüne ‘’gönül fırını’’ dermiş. Oraya gireni pişiren
olgunlaştıran bir ocak. O gönle girmek için uğraş verme sebebi budur. Gönlü
geniş insanların bize sevgi nazarı ile bakmalarını arzulama sebebimiz budur.
Yunus Emre’nin ‘’Hepsinden iyice bir gönüle girmektir’’ dediği de budur. Gönül
sırrına kalbin arka odalarından geçerek ulaşırız. Hep şu sorunun cevabını
aradım durdum kitapta; ‘’Pişmek isteyen de çiğ midir?’’ burada yakaladığım bir
duygu var. Çağın getirdiği kötülük, insanın kendini aşamaması buna rağmen belki
de pişemeyeceğini bilmesine rağmen insanın pişmeyi istemesi…
Edebiyat,
insanın insanı bulması olarak tarif ediliyor Kalbin Arka Odası’nda. Sanatın insanı yücelttiği dile getiriliyor.
Aynı zamanda sakınılması gerektiğine dair ima, temkinli olma hali de var. Ne
dersiniz?
Bunu her zaman dile getiriyorum. Sanatın en kötüsü, en
dibe yakın olanı bile insanı yükseltir. Yükselmeyi iyi bir şey gibi
algılıyoruz. Oysa insan bir sanat eserinin etkisiyle intihara, umutsuzluğa da
yükselir. İyi sanat, insanı yükseldiği yerde başıboş bırakmayan sanattır.
Yükseldiği yerde okurun ellerini bırakmayacak olan şey, yazarın ellerini bırakmayacak
olan şey ne ise odur. Bu yüzden yazar kendi ellerine bakmalı önce. Dediğim gibi
yükselmeyi iyi bir şey sanıyoruz. Bu sanma yüzünden insan düşerken bir kuyuyu
hayal eder. Ama nedense yükselmeyi bir bacayla eşleştiremez. Oysa bize lazım
olan yükselmek değil, yücelmektir. İnsan kuyunun dibinde, zindanda, mağara da
yücelebilir, yücelmiştir de.