Selim Cerrah: Neye muhtacız?
Bin yıllık bir
hesaplaşmanın ortasındayız. Kamplar; eski dünya, yeni dünya diyerek kuruluyor.
Devletler değil, şirketler önde; huzur değil, kâr önemli görülüyor. İnsana
dair, kalbî işler irtifa kaybediyor. Gökyüzüne hâkim olma hırsı, yıldızların
haşmetine meftun bakışları tüketti. İçimizdeki boşluk büyüyor, yorulduk. Batı
büyük oranda dini terk etti, yine de orada inananlar var fakat özellikle şehirlerde
evlilik dışı cinsellik, sadakatsizlik ve eş cinsellik daha önce olmadığı kadar
yaygınlaştı. Ev kayboldu, toplum üretkenliğini yitirdi. Gücü artırmanın değil,
gönlü imar etmenin peşinde olalım.
Tarihin olağan akışı
içinde gerçekleşen stratejik değişim ve dönüşümlerin çoğu servet biriktirme
yarışından veya güç biriktirme arzusundan doğdu. Liderler güçlendi, milletler
daha zayıf hâle geldi. Büyük liderler otoritelerini sağlama alarak yönettikleri
toplumları değerlerinden kopardılar. Onların zenginliklerini artırarak ve
bağlılıklarını pekiştirerek kendilerine bağladılar.
Peygamber Efendimiz,
hedefe ulaşmak için günün liderleri gibi gücü artırmayı ve imkân biriktirmeyi
değil, insan biriktirmeyi esas alarak yola devam etmeyi bizlere öğretti. O’nun
izinden yürüyelim; gücün değil, hikmet ve basiretin peşinde olalım. Türkiye’de
gönüllerimiz çağlar boyunca ariflerin sözleriyle mayalandığı için “aziz vatan”dır.
Onu emanet edecek yürek yoksa ne yaparız? Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî’nin mirası
olan tebessümü kuşanmadıktan sonra geriye ne bırakacağız? “Buğday mı, nefes mi?”
istiyoruz, önce ona karar verelim.
Başka bir dünya mümkün...
Şiirini Yunus’un yazdığı, Dede Korkut’un hikâyesini anlattığı, Fatma Bacı’nın
kız kardeşlerine edep ve zanaatkârlık öğrettiği “Bâciyân-ı Rûm”un dünyası...
Bestesini Hamâmîzâde İsmâil Dede Efendi’nin veya Hacı Arif Bey’in yaptığı bir
dünya… Ne bileyim çocukların daha az aldatıldığı bir dünya, sokak başlarında
birbirine itimat eden, gönülden severek yaşayanların dünyası... Hırsla peşinden
koştuğumuz dünyayı kalben terk ederek, yavaş ama huzurlu yaşamayı imkâna tercih
edeceğimiz bir dünya… İmrenildiğimiz bir dünya… Pirimiz Abdülkâdir Geylânî’nin
“Evladım nasibini aramak için kendini zora koşma. Unutma ki senin onu aradığından
çok o seni arar ve bulur.” dediği dünya… Hesap vermekten korkulan şeyler daima
ayağa bağ, başa bela olur.
Dünyada iman konusu olan
şeyler; inanan, inanmayan herkes için öte dünyada bilgi konusu olacaktır.
Kur’an’ın penceresinden bakıldığında ahiret ve hesap öne çıkar. Öte dünyada
herkes inansa da inanmasa da oradaki durumu, bu konularda sahip oldukları yargıların
doğru veya yanlış olduğunu anlayacak, “Kesin olarak görecek”ler. (Tekasür
Suresi, 7. ayet) İnanmayanlara “Yalanlayıp durdurduğunuz işte budur.” (Mutaffifin
Suresi, 17. ayet) denilecek; onlar “Keşke bu hayatım için önceden bir şeyler
yapsaymışım.” diyeceklerdir. (Fecr Suresi, 24. ayet)
Eşyadan eşyaya hicret ederek
mutlu olamayız. Eskiler “Az eşya, çok huzur.” derdi, ne acıdır ki şimdilerde “Ne
kadar az insan, o kadar çok huzur.” deniliyor. Tüketim çılgınlığından ne kadar
uzak kalırsak dünya bize o kadar hizmet eder. Fiyatı fazla olanın değil,
değerli olanın peşinden koşarsak bunları yapabiliriz. Gergin ortamlardan,
sinirli hâllerden, kötü arkadaşlıklardan uzak durarak yapabiliriz.
Öğrendiklerimiz
kalbimizde yara açıyor, içimizi sızlatıyorsa ya büyük bir hakikati keşfettik ya
da büyük bir yalana şahitlik ediyoruz demektir. Her şeyin ikamesi var,
mutluluğun ve huzurun yok. Peki, öncekilerin sahip olduğu itminan ve huzur
nerede? Şimdilerde uykusuz gecelere “akıyoruz.”
Evladüiyalimiz bizden
daha zengin şekilde dünyaya göz açtı. Ya huzur? Eskilerin gecenin koynunda
Allah ile buluşma anları olurdu, biz gece yarıları piyasayı takip ediyoruz.
Kazanmak için satın aldığımız sanal emtianın bilançodaki kayıpları büyüdükçe
gözlerimiz kan çanağı... Hesaplaşmaya şişkin hesaplarla gidiyoruz, bunlar ne
kadar işimize yarayacak göreceğiz. Kefenin cebi yok, denilir.
Aile hayatında huzurlu,
iş yaşamımızda rahat olmak istiyorsak kalbimize zaman ayıralım. Ağır olalım,
dünyadan bir daha geçmeyeceğiz. Daha fazla kazanmak için hırsla çalışmaya ara
verelim, baltayı bileyerek, ara sıra dinlenerek iş yapalım.
Baltayı
bilemek
İki oduncu ağaç kesiyormuş. Birinci adam sabah erkenden kalkıyor, ağaç kesmeye başlıyor, bir ağaç devrilirken diğerine geçiyormuş. Gün boyu ne dinleniyor ne yemek için vakit ayırıyormuş. Akşamları da arkadaşından sonra bırakıyormuş. Diğer adam ise arada dinleniyor, hava kararmaya başlayınca eve dönüyor. Bir hafta sonra kaç ağaç kestiklerini saymışlar. İkinci adam daha fazla kesmiş. Birinci adam öfkelenmiş, “Bu nasıl olabilir? Ben daha çok çalıştım. İşe erken başladım, geç bitirdim. Ama sen fazla ağaç kestin. Böyle bir şey nasıl olabilir? Bir yanlışlık olmalı.” demiş. İkinci adam tebessümle “Ortada yanlışlık yok. Sen durmadan çalışırken ben arada dinlenip baltamı biliyordum. Keskin baltayla, daha az çabayla daha çok ağaç kesilir.” Baltayı bilemek, kendimizi geliştirmektir. Kendimize, evimize zaman ayıralım, hayatımızı gözden geçirelim, zayıf yönlerimizi geliştirmek için çaba harcayalım. Dünyanın daha fazla başarılı insana değil, daha yürekli ve merhametli insanlara ihtiyacı var.
Selim Cerrah