Şairler loncasından halkın minderine
Çeşitli
alanlara ait çok sayıda gösterge; sadece zengin ile fakir arasında değil;
kafayı köşeyi dönmeyi dönmeye takanlar ile dürüst kalmaya çalışanlar, tüketim
çılgını olmayı kanıksayanlar ile kanaatkârlar, bir duruş ve düzey tutturmayı
önemseyenler ile kendini her türlü kötülük ve düşkünlüğe açanlar arasında da
ciddi bir uçurum oluştuğuna işaret ediyor. Günümüz şiiri de böyle bir
yarılmayı, ayrılmayı yaşıyor aslında. Şiirin ibriği çoğu zaman kirli ya da
kekre sularla dolup boşalıyor, çıkrığı yanlış ve ayrışmaya meyilli
istikametlerde dönüp duruyor. Çirkefliğin, çılgınlığın, çirkinliğin müşterisi
hâlâ çok fazla; düzeyli ve direngen olana ise hâlâ çeşitli marjlarla,
kaygılarla, korkularla bakılıyor.
Bir
tarafta durmadan tepinen, gürültü çıkaran, küçük burjuva kompleksiyle olmadık
şaklabanlık ve hokkabazlıkların peşine düşen, her tarafa hazcılığın ve
günübirlik yaşayışın nesnelerini, görüntülerini, cinliklerini savuran bir şiir
anlayışı ve örnekliği var. Genellikle kötü gâvurdan öğrenilmiş, zoraki, ölçüsüz
bir tutuşkanlığa sahip bu şiir. Elit geçinen bir âvamlıkla malûl. Gerçek ve hak
edilmiş bir zemini, süreğen bir nefesi, içimize kalıcı ışıklar düşüren bir
aydınlığı yok. Sahici, doyurucu bir imgelem ve vokabüler evreni içinde
oluşturulmadığı için de kirli bir enerji yayıyor daha çok. Fakat tâifesi
oldukça kalabalık göründüğünden, her vesileyle palazlanıyor ve bütün alanları
ruhsuz, maddeci bir tutumla işgal etmeye yelteniyor. Gürültü patırtıdan
geçilmeyen bir diskoda çatılıyor adeta, postmodern cinnet benzeşiği bu şiir.
Safrasını atmaya bile kıyamıyor üstelik. Elleri kendisine fazla gelen ve onları
nereye saklayacağını bilemeyen utangaç öğrencilerin, toy oyuncuların aksine
şiire bütün gövdesini, ilgilerini, düşkünlüklerini bandıran ve onları gözümüze
sokmak için çırpınan obez bir şiir bu. Sürekli yatay, enlemesine gelişiyor. Sık
sık soluğanlaşsa da sosyal medyadaki gevezelik marazının içinde yeni bir kimya
edinmekte zorlanmıyor, geri dönüşüm kutusuna attıklarına bile kıyamıyor. Onları
da yeri geldiğinde kullanmakta hatta üzerimize boca etmekte bir beis görmüyor.
Kısaca yılışık, sırnaşık, gürültülü, eklektik ve pervasız bir şiir bu. Bu
şiirin etrafında biçimlenen ve türdeş olumsuzlukları taşıyan epeyce kuram ve
eleştirel yaklaşım olduğunu da yeri gelmişken belirtmek gerekiyor.
Bir
de kendine özgü bir duruşu, iklimi ve tavrı olan bir şiir algısı, anlayışı,
örnekliği var. Henüz arkası zayıf, taraftarı az, görünürlüğü pek fazla değil.
Yer yer inançla, dirençle, siyasal ve toplumsal sorumlulukla, mazlumiyet ve
mağduriyet duygusuyla, adalet ve hakkaniyet aranışıyla, ahlak ve bilinçle
örülen, kurulan bir şiir bu da. Çokça sorunla, engelle boğuşsa da sahici insan
yüzlerini çoğaltan bir anlam evleği, bizi bulmakta ve sarsmakta gecikmeyen bir
gerekçesi, zengin bir tematik atlası ve ses rüzgârı var. Daha bütünlüklü,
organik ve canlı bir bünyeye sahip. Biçimsel yenilikleri ve farklı anlatım
olanaklarını da boşlamayan bu şiir damarı; okurla aradaki mesafeyi azaltıp
şiirimize yeni bir sıçrama yaşatabilir. Taklitçiliğin, özentinin ve
yabancılaşmanın zehirli fısıltılarına râm olmayan temsilcilerini çoğaltıp tanıştırdığında,
şiir alanına boylu boyunca serilen derme çatma barakaları ve halktan,
yeryüzünde olup bitenlerden kopuk kurumlu, soğuk ve gösteriş budalası modern
yığıntıları aşabilir. İşin özü şu: Bütün bir yeryüzüne ve insanlık denizine
açık olmakla birlikte, Batılı ve istilacı paradigmaya diz çökmeyen bize özgü
bir şiir de edebiyat da eleştiri de hâlâ mümkün.
Edebiyatımız hayatımızdan, hayatımız edebiyatımızdan tamamen kopuk olamaz. Şiir üzerine yazılmış birçok kitapta gördüğümüz gibi, klişeden kaçınacağım diye yabancılaşmış bir zihin ve murdar bir sözlük eşliğinde ıkınıp sıkınmanın da bize hiç değmeyen sentetik metinlerle oyalanmanın da bir anlamı ve yararı yok. Aymazlığın, sömürünün, zorbalığın, ahlaksızlığın gönüllü köleliğine soyunanları da; asmaların, tasmaların ve yosmaların koynunda ömür tüketenleri de sevmek, alkışlamak, yaygınlaştırmak zorunda değiliz. Kuru bilginin ırgatlığı da, mıncıklanıp sünepeleşmiş, istikametini ve rakımını kaybetmiş sözün ayartıcılığı da bizden uzak dursun. Yıllardır üşüyen bu evde bugün de bize her şeyden önce bir şahitlik bilinci, bir inşirah yekinmesi lazım. Bunun da yolu öncelikle kuleleri, taraçaları, loncaları tahkim etmek değil; insanî hizayı, sıcaklığı, yakınlığı bütünüyle hissedebilecek bir yol bilgisi eşliğinde, sözünü yükseltmek isteyen ve arınmak için cehdeden insanların minderine ilişmek.
Ali Emre