İstikamet Üzere Yaşamak
Dünya, kendi kalbini fethetmiş kişileri yoldan edemez,
hedeflerinden koparamaz. Kendini fethetmek için önce imkânlarını bilmen ve
zaaflarını tanıman gerekir. Şöyle düşünelim: “Dağ ne kadar yüce olursa olsun,
üzerinden patika geçer.” Zirvesine çıkınca bir dağı fethetmiş olmuyorsun,
heyecanın dinmiş oluyor.
Kolayı herkes seçer, zora talip olabilir misin?
Yalnızlaşmaya müsait bir varlık olan insan, ünsiyet sahibidir ve unutkandır.
Kendini ait hissetmediğin yerler kalbine huzur vermez. Neyi nasıl kaybettiğimizi
zihnimize kazıyıp gerçeği hatırlamaya ve uğruna mücadele etmeye başlayalım.
Sevdiklerimizi kaybetmek korkutucu olsa da gerçek eksiklik doğru ve güzel
şeyleri kaybetmektir, bunu unutmayalım. Değerli olanlarla birlikte olmak ne
kadar iyi ise değerleri yitirmek veya unutmak da o kadar kötüdür. Kimseye
güvenemeyecek hâle gelmek ise yıkıcıdır.
İşimize gücümüze yön veren bir ahlâk nizamına ihtiyacımız
var. Sırat-ı müstakim üzere yaşamakla mükellefiz. Yitirdiğimiz değerleri
yeniden kazanmaya çalışalım, kendimizi kimseden üstün görmeyelim. Âlemde var
olan şeylerle irtibat kuralım, yüce gönüllü olmaya gayret edelim, yerimizi
bilelim ve haddi aşmayalım. Dünyaya sorumlu varlıklar olarak ve erdemli bir
hayat yaşamak için gönderildik. İman etmeye meyilli, nebevî mesajı kabul etmeye
müsait, hisleri kuvvetli ve amacımız olduğunu unutmadan yaşayalım. Allah ile
kurulması gereken bağları kurmak suretiyle varlığımızın anlamını ve değerini
idrak edelim. İslâm insanı şahsiyet sahibi yapmış, yalnız ve başına buyruk
bırakmamış, onu anlamlı bir bütünün kıymetli bir parçası kılmıştır.
İşleri iyi, doğru ve güzel yapmamız gerekiyor, hızlı ve
doğru hareket etmeye, moral ve motivasyona ihtiyacımız var. Geçmişi bilelim,
tecrübeden istifade edelim, geleceği düzgün planlayalım, önümüze çıkan
fırsatları doğru değerlendirelim; güzel yaşayalım. Pakistan millî şairi
Muhammed İkbal’in; “Bir milletin gençleri bilgiye ve benliğe sahip olmazsa,
zehir olur öldürür” ikazı yanında “Göğsünün içinde yıldızları aşıp geçecek bir
yol vardır. Lâkin sen kendini tanımıyorsun. Bir kere de tohum gibi gözünü kendi
içine aç ki, yerin altından bir fidan olup yükselesin” dediği gibi kendimizi
tanımak suretiyle geleceğe yürüyelim.
Her insandan bir şeyler öğrenmek mümkündür. Bazılarından
faydalı bilgi öğrenir, ne yapmak gerektiğini talim ederiz. Bazıları ise nelerin
yapılmaması gerektiği konusunda en iyi öğretmendir. İyi niyetli, gayretli ve
kabiliyetli olmak önemlidir, lâkin iyi niyetli ve gayretli olan kişi ehliyeti
olmaz, kabiliyeti yetersiz olursa işler eksik kalır. Talim, terbiye ve tezkiye
yoluyla nesilleri eşref-i mahlûkat olma şuuruna taşımalıyız. Her durumda
istikamet üzere yaşamalı ve hakikatin bilgisine itaat etmeliyiz. İyi insan
haline gelmek, insanların hayrına olacak şekilde risk alarak yaşamak, ‘ahsen-i
takvim’ olmaktır.
“Ya o ya bu” şeklinde ikilem ifade eden tercih ve
dayatmalara boyun eğmeden “hem o hem bu” diyerek geniş bir gönülle yola devam
etmeli; “akıl mı yoksa kalp mi önceliklidir” diyenlere tebessüm ederek “akleden
kalbe” talibiz demeliyiz. Kudsî Hadis’te “Yere göğe sığmam, mümin kulumun
gönlüne sığarım” buyrulmuştur. İnsan olmak ve insan kalmak, ince hassasiyet ve
yüce gönül gerektirir. İnsan mütevazı olmada toprak gibi, tevekkül ehli,
kanaatkâr ve derviş sıfatlı olmalıdır. İyi insan; ilim ehli ve irfan sahibidir,
gariplik, fakirlik ve yetimlik hırkası giyer. “Gözyaşı günahların sabunudur”
diyerek erenlerin sohbetine katılmalı, oralarda candan ve riyasız gözyaşı
dökmeli, rehbersiz yola çıkılmamalıdır.
Kâinatla bağı kopan insan beşer olarak kalır. “Hazret-i
İnsan” olmak için gayret etmeliyiz. Bizi beşer kılan fiziki varlığımızdaki et,
kemik ve deriden oluşan unsurlardır. Âdem olmak, var olmak ile yok olma
arasındaki mesafeyi var olma irade ve idealine taşımakla gerçekleşir. Nihayet
iyi insan olmak için titiz bir yüreğe sahip olmak, olumsuz özelliklerden
arınmak gerekir.
İnsan kelimesi Kur’an’da genellikle olumsuz özelliklerden
kurtulmayı anlatan ayetlerde zikredilmiştir. “İnsan zayıf olarak yaratıldı.”
(Nisa 28.) Yaptığın şeyleri kendinden bilme; kelimeyi sen ‘telaffuz’ edersin,
‘tesirini’ Allah yaratır. Parayı sen ‘harcarsın’, ‘bereketi’ Allah verir.
‘İlacı’ sen alırsın, ‘şifayı’ Allah ihsan eder. Bir yerlere sen ‘bakarsın’,
‘keşfi’ Allah tecelli ettirir. Ayet-i Kerime’de buyurulduğu gibi: “İnsan, şerri
de hayrı istediği gibi ister. İnsan pek acelecidir!” (İsra 11.)
Dinimize ve kültürümüze yönelen tehlikeleri bertaraf
etmeliyiz. Öfke kaybettirir; makul, mutedil ve sağduyulu insanlar kazanır. “Her
doğan İslâm fıtratı üzere doğar” buyrulmuştur. Önceliklerimizi doğru
belirleyelim. Müslüman düşünürler meseleleri sıhhatli bir tartışma zemininde
ele almazsa, sahte ve suni gündemler ortamı manipüle eder, bu ise krize sebep
olur. Siyasî, iktisadî veya askerî kriz değil, bir varoluş krizi... Tehlikeyi
bertaraf etmeye uğraşalım. Krizi aşmak için doğruyu temsil edelim, adaleti
tesis edelim, geleceğe hikmetle ve basiretle yürüyelim, anlam dünyamızı
zenginleştirelim. Böyle bir durumda; “neden şu konu ihmal ediliyor, niçin bu
konular ele alınmıyor” benzeri eleştirilerle vakit kaybetmeyelim.
Kemâl yolculuğuna birlikte çıkalım, bu yolda cahille
tartışmaktan kaçınalım, kişileri ve olayları daha az konuşalım, fikrin peşinde
olalım, dertlerimizi kolayca kabul edelim. Değerlerimizin yüceliğini idrak edemedik,
edelim. İnsanları çok dinleyip az konuşalım, kusurlarını daha az görelim,
olgunlaşalım, sorun değil çare arayalım. Ahlâkımız işimize yön verdiği zaman,
işimiz gücümüz yerinde olur.
Kötülükle mücadele etmenin en etkili yolu kötüleri ıslah
etmeye çalışmak ve kötülük yapacağından endişe ettiğin kişiye güç vermemek
suretiyle toplumu kötülüğe mahkûm etmemektir. Gençleri destekleyelim, onlar
kendilerini destekleyecek rehberler bulamadıkları için cesaretleri kırılıyor,
bıkkınlık yaşıyor, mağlup oluyorlar. Manevî destekten mahrum kalıyor, gayret
edip öğrenmenin yolunu ve yöntemini bulamıyorlar. Başarılı yapılar, yetenekli,
dürüst ve basiretli insanları istihdam etmeyi bilirler.
Olanı biteni cesaretle anlayacak, hikmetle anlatacak,
savunma refleksiyle değil, cihat şuuruyla mücadele edecek bir öncü kuşağa
ihtiyacımız var. Kâinatı ilâhî hikmete uygun yönetme mücadelesine ‘cihat’
denilir. Cihadın inancın mihenk taşı olduğunu unutmayalım, cihat ruhuyla
yaşayalım. Hz. Mevlâna’ya “cihat nedir” diye sorulunca; “delilerin elinden
silahı almaktır” demişti. Hedefleri güzel olan, doğru davranan, anlayışı düzgün
ve prensipli, net tercihleri olan, hedefine kilitlenmiş öncü gruplar
kurmalıyız.
Önümüzde uzun bir yol var, yolu aydınlatacak olan yola
çıkanların tamamı değil, yolu makul ve uygulanabilir hedeflere ulaştıracak öncü
kuşaklar, yani takva ve ihsan sahibi olan gençlerdir. Onlar günahlardan sakınan
ve sorumluluk şuuruyla yaşayan öncüler ve samimi rehberlerdir. Seçkin veya
aristokrat bir zümre değil, seçilmiş eylemleri olan, salih amel işleyen fedakâr
bir zümreye ihtiyacımız var. Savaşı sadece onlar kazanacak değil ama onlar
olmadan savaş kazanılamaz, mevziler korunamaz. Böyle bir zümre için bize bir
yol haritası lazımdır.
Selim Cerrah