İstikamet Şuuru
İşini
kararlılıkla ve güzel yapan bal arısı bize misal verilmiş. “Mü’min, bal arısına
benzer: Temiz olanı yer (helâl yer), temiz olan şeyler (bal yapar) ortaya koyar
(Hakk’ın rızâsına uygun işleri yapar, sâlihlerle, sâdıklarla beraber olur),
konduğu yeri (çiçeği) ne kırar ne de bozar (orayı ihyâ eder)” Ahmed bin Hanbel,
II, 199.
Lügatte
“doğrultu” denen istikamet, terim olarak “günlük hayâtta, Kur’ân ve Sünnet-i
Seniyye’nin hükümlerine uygun yaşamak” şeklinde ifade edilebilir. Diğer
ifadeyle istikamet; iş, söz, fikir ve davranışta pazarlıksız, gösterişsiz ve
endişesiz doğruluktur. “Dine ve ahlâka uygun yaşama, aşırılıktan sakınma,
Allah’a itaat ve Sünnete ittiba” denen İstikamet; dürüstlük, adalet, itidal,
sadakat ve söze bağlılık, sağduyulu davranıp orta yolda olmak mânalarına gelir.
Hıyanet,
yalancılık ve sahtekârlığa karşı düzgün yaşamaktır istikamet. İstikamet ehli
nankörlük etmeden çiçeğin kıymetini bilerek, hainlik düşünmeden (insanlık için
faydalı / güzel işler) bal yapan; vakti güzel kullanan (ebu’l vakt) sabırla
çiçekten çiçeğe konan (ayrımcılık yapmayan) arı gibi işine odaklanmalı, problem
üretmemeli, çözüm üretmeliyiz.
İstikamet
ehline korku ve üzüntü yok diye vaad edilmiş. “Rabbimiz Allah’tır diyenler
sonra da istikamet üzere olanlar için ne korku vardır ne de hüzün. Onlar
cennetliktirler. İşlediklerinin karşılığı olarak cennette edebî kalacaklardır.
(Ahkaf 13-14) Bizi hedeflerimize; zoru kolaydan, kötüyü iyiden, zulmü
adaletten, zararlıyı faydalıdan ayıran istikamet şuuru ulaştırabilir.
“Mensubiyetimiz mesuliyetimizdir” diye yaşayarak, Kur’an’nın ifadesiyle “Sarp
yokuşu aşmak” için çalışalım.
İstikamet
denildiğinde aklımıza “müstakim” gelir. Müstakim olmak, ufacık bir lekenin bile
fark edileceği bembeyaz bir gömlek gibidir. Ehl-i irfanın ifadesiyle
“kirlenmemekle değil, temizlenmekle yükümlüyüz.” Hatasız olan değil, hatadan
vazgeçen, tevbe eden kişi müstakimdir.
Sadece bizim değil, yan yana / omuz omuza /
beraber yürüdüklerimizin de düşünce, davranış ve ibadetlerinde dosdoğru olması
emredilmiştir. Tam da burada Hud Suresi’nin 112. ayet-i düşer yâdımızda: “Senin
yanında hak yola dönenlerle birlikte, sana buyurulduğu gibi dosdoğru ol! Siz de
azıp sapmayın. Allah, yaptıklarınızı çok iyi görmektedir.”
Peygamber
Efendimiz’e (SAV) “Ya Rasulallah! Bana İslâm’ı öyle anlat ki, onu bir daha
kimseye sormayayım” diyen Süfyan İbn-i Abdullah’a verilen “Allah’a inandım de,
sonra da dosdoğru ol” hikmetini anlarız.
İstikamet
şuurunu izah eden kavramlardan “Ed-dînü’l-kayyim”; Tevbe, Yûsuf ve Rûm
surelerinde, “içinde eğrilik bulunmayan ve dosdoğru hükümler barındıran,
herhangi bir yanlışlık içermeyen, istikamet yollarını gösteren, hayata değer
katan din” gibi anlamlarda gelir. Enam suresinde “dînen kıyemen” veya
“kayyimen” şeklinde, Beyyine suresinde ise “dînü’l-kayyime” “hakkı ayakta tutan
ümmetin dini” şeklinde zikredilmiştir. Beyyine suresinde geçen “Kütübün
kayyime” ise, ayağa kaldıran, gündem belirleyen, değer yükleyen, hayata anlam
katan, adalet öğreten ve doğruyu yanlıştan ayıran, istikamet yolları gösteren,
içinde eğrilik bulunmayan ve dosdoğru hükümler barındıran, bütünlük ve
tutarlılıkla hayatın içinden seslenen, ahlâkî değerleri hikmetle öğreten, hakkı
batıldan ayıran, toplumları ayakta tutan kitaplar vb. anlamındadır.
İstikamet
şuuruna sahip olmak önemli istikameti korumak gereklidir. Bizi bu şuura
taşıyacak olan namazdır. Her rekâtında bize tekrar ettirilen “Bizi sırat-ı
müstakime eriştir” duası, hangi yolda yürüyerek hedefe ulaşabileceğimizi
gösterir. Şeytan bizi en çok namazdan alıkoymak için uğraşır. Namaz, içinde
huzurla yaşayacağımız bir iç kale gibidir. Şeytan o kaleyi ele geçirmek için,
kapısındaki muhafızları elde etmek suretiyle bizi istikamet şuurundan ve Allah
rızasına giden yollardan uzak tutmaya uğraşır. Bir taktikle başaramadığı şeyi
akıl karıştıran başka taktiklerle sürdürür.
Kur’an’ı
Kerim’de bize “sarhoşken namaza yaklaşmayın” emri verilmiş; aklı uyuşturan,
iradeyi zaafa uğratan, kötülüklerin anası olan ve sarhoşluk veren şeylerden
kaçınmak namazın gereği olarak emredilmiştir. Namaz kılan ayık ve uyanık
olmalı, kıble idraki ve istikamet şuuruna sahip olmalıyız. Ayrıca namazın
cemaatle eda edilmesi tavsiye edilerek, yüz yüze bakan insanlar birbirinden
utanmayacak işler yaparak bize birlik ve cemaat ruhuna sahip olmak gerektiği
öğretilmektedir.
Biz, fetihten çok önce Fatiha’yı öğrendik.
Ülkeleri fethetmekten çok gönül kazanmayı, Rabb’e teslim olarak istikamet
şuuruyla yaşamayı severiz. Besmeleyi evimizin ışığı, kalbimizin aydınlığı,
ekmeğimizin ve aşımızın bereketi biliriz. “Teslimiyet pazarlıksızdır” denilmiş.
İnandığımız Allah’ı, bize sadece Müslümanların Rabb’i olarak değil, Âlemlerin
Rabb’i olarak tanıtan fatihayı yönümüzü kıbleye, gönlümüzü Allah’a bağlayarak
okuruz. “Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla; Âlemlerin Rabbi olan Allah’a
hamd olsun. O, Rahman ve Rahîmdir. Din (ceza, karşılık) gününün yegâne
sahibidir. Yalnız sana kulluk eder ve sadece senden yardım isteriz. Bizi
dosdoğru yola ilet. Daha önce kendilerine nimet vermiş olduklarının yoluna.
Gazaba uğramış olanların veya sapıtmış olanların yoluna değil…”
Kur’an,
birlik ve bütünlük fikri inşa ederek bizi “Tevhid”e çağırmıştır. Fatiha
suresiyle bize, başka derslerle birlikte “istikamet şuuru” aktarılmıştır.
Bakara suresinin başlangıcında ise “Takva bilinci” öğretilmiştir. Ardından
Yahudilik ve Hıristiyanlıkla birlikte, bölücülükle hesaplaşıldığı görürüz.
İslâm’ı dünyaya taşıyanlar, pergelin sabit ucunu vahiy, hikmet ve hakikate
sabitlemişlerdir. Müstakim hayat yaşayan bu öncüler; tacir, seyyah, gazi yahut
alperen olarak yeryüzü bize mescit kılındı diyerek, sorumluluk duygusuyla sefer
ettiler. “Müslüman kimdir” sorusuna, “bana bak ve gör” deme imtiyazıyla
yaşadılar. Diğer kültürler karşısında ezilmeden, sorumluluk duygusuyla, sadakat
ve istikamet üzere yaşadılar.
Anadolu’da ırmaklar yolunda aktığı müddetçe
İslâm’a doğru akar denilmiştir. Dünyaya söz söyleme imkân ve kudretini kuşanmak
için, köklü bir tarih bilinci ve coğrafya şuuruna ihtiyacımız olduğunu akıldan
çıkarmamalıyız. “Türkiye dâr’ul emân” emniyet ve hakkaniyet yurdu, kendi
ülkesinde başı dâra düşenlerin sığınağıdır. Geçmişten devralınan mirası
geleceğe taşımak için kararlı ve azimli olmak gerekir. Anadolu’da gönülleri
mayalayanlar, bize sadece bir toprak parçasını miras bırakmadılar, zulme ve
kötülüğe başkaldırmayı, adalet için mücadele etmeyi, insanî kıvam kaybolup maya
ekşidiği zaman ise vazgeçmemeyi miras bıraktılar.
Vazifemiz;
İstikameti korumak için akıbet şuuruyla yola çıkmak, yolda olmak, O’nun yolunda
ilerlemektir. İrfan geleneğini yaşatarak, “Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat” anlayışı
ve gazâ ruhunu yaşatmak… Ahiret için koşmak, dünya için yürümek… Eleştirel
akılla geleneğe hürmet etmek… Kalıcı ve istikamet öğreten kurumlar inşa etmek,
gâyeyi unutmamak, salih ameller işlemektir.
Ve son cümlemiz Camiu’s Sağir’de geçen Hadis-i
Şerif: “Size orta yolu tavsiye ederim, size orta yolu tavsiye ederim, size orta
yolu tavsiye ederim. Çünkü her kim bu dîni ince eleyip sık dokursa, din onu
yener.”
Selim Cerrah