Leylâ İpekçi: İçimizdeki Sırat
Küresel
medyanın algı terimleri ve operasyonları İslami değerleri terörle eşdeğer
görmeye bizleri yönelttikçe, hümanizme bel bağladı herkes. Hatta bazı
Müslümanlar bile. Çünkü ellerinde silahlarıyla katleden ve bunu din adına yaptığını
söyleyenleri göre göre korkar oldular. Oysa ehlullah der ki, aşk ve irfan ehli
radikalleştikçe sıksan içinden Resulullah çıkar, terörist değil. Ama bunu kim
bugünün küresel terimleriyle anlatabilecek ki yaşantıya dökemeden? Tevhid
nurunun parladığı hakikat, gönülde tecelli etmeye başlasa, bırakın ondan korkup
kaçmayı, ona doğru meyleder herkes.
Evet,
küresel güçler, Ortadoğu’nun toz toprak yığını haline gelmesi için pek çok
ülkede iç savaş moderatörlüğü yapmaya doyamazken, ılıman pamuk dede kılığında
addettikleri sufileri, dervişleri, velileri şimdilerde barışçıl insan hakları
aktivisti olarak, küresel diplomasinin acil elçileri olarak muhatap almaya
çalışıyorlar, daha da çalışacaklar. Halbuki Hak için gerektiğinde kılıç
kullanan, gerektiğinde gül koklatan, celali ve cemali birlemiş ne
Akşemsettin’ler vardır Fatih’lerin arkasında!
İşte
misyoner okulunda çok iyi niyetli, insani, barışçıl öğretmenlerle büyürken, her
birimiz insan haklarına duyarlı hümanist birer “dünya vatandaşı” oluyorduk. Ve
çoğunlukla konu vatan direnişi olduğunda, bunu aşırı milliyetçi, ırkçı ve
şahince buluyor, savaş isteyen ve kanına susamış olarak gördüğümüz yöneticilere
muhalefet ediyorduk. (Bkz: ‘Yabancı’ okullarda ‘yerli’ okuyanlar.)
Dünyada
iki anlam sürekli çarpışıyordu diye tamamlamıştım: “Bizim içimizde de
çarpışıyordu; hangi inançtan, hangi ideolojiden gelirsek gelelim. İnsanı
kendinden menkul bilen, bütünle bağlantısını reddeden hümanist iç dünya ile
insanı Hak’la kaim bilen tevhidî iç dünya.”
‘Humanities’
adlı felsefî olarak içselleştirilebilen eğitimle kadim insanlık bilgisi olan
tevhidî eğitim (bir mürşid-i hakiki eliyle aslına dönme / ölmeden önce ölme
eğitimi) nasıl da hayatın pratiklerinde ayrışıyordu. Tam bir sırat içre.
İmdi
kaldığım yerden devam etme niyetindeyim. Önce bir uyarı: Hümanizmi batıya,
tevhidî algıyı doğuya atfediyor değilim. Bu, coğrafi bir tanım değil, iç
dünyamızda var olan ve birbiriyle iç içe geçen iki algı. Toplumsal kültürel
kodlarda profilini izlemek mümkün olsa da, aslen her kalpte tecellileri var, âcizane
beni ilgilendiren de burası.
Hümanist
yaklaşım iyilik, merhamet ve hoşgörü gibi insanî değerleri kendi nefsini temize
çekme gayretiyle icra ediyor. Hayvanlara, bitkilere, çevreye, farklı
kültürlerde yaşayan halklara kendi içinden gelen bir iyi niyetle yardım etmeye,
haklarını savunmaya, dernek kurmaya, insancıl olmaya gayret ediyor.
Lakin aynı
insancıllık içinde hakkını savunmak, yurdunu korumak üzere silah kullanmaya
kalkanların insanî olmadığına hükmedebiliyor. Tam da direniş için kılıcı elinize
almanız gerektiği anda savaş karşıtı kampanyaları devreye sokuyor. Sonra?
Siviller bombalanırken kınama yayınlamaktan imtina ediyor. Çünkü Hakkın
celalden de tezahür ettiğini algılamıyor, noksanlık oluşuyor algısında.
Görse,
silahla savaşmanın da Hak olduğu o sırat çizgisini, o nefsiyle savaş denilen
mücahedeyi algılayacak. Dahası, her fırsatta otoriter, patriarkal, faşist
olarak nitelendirdiği devlete kesintisiz her alanda muhalefet etme takıntısı
yüzünden, sırf devlete başkaldırdığı için en acımasız katliamlarını bile
kınayamaz olabiliyorlar teröristlerin. Dağ güzellemeleri yaparak
alkışladıkları, silahlarla devletin asker veya memurlarını, sivilleri
katletmeye giden gençlerin birkaç yılda cesetleri geliyor, ne gam!
Tuzumuz
kuruyken insancıl olmak kolay. Felsefesi yetmiyor oysa. Dostoyevski Tanrı’ya
isyan eder: “Bu kadar belaya sefalete zulme nasıl izin veriyorsun?” diye.
Tevhid ehli isyan etmez. Bu celali pasifçe kalarak değil, içinden kabullenir.
Değiştirmek için uğraşırken dahi kaynağını bilmektedir çünkü. Ve çünkü celalin
hakikatin kendinde var. Güzel ile çirkini, dost ile düşmanı övgü ile sövgüyü
eşitlemiştir. Kemal noktası böyle.
Tevhidî
algının ağır bastığı kişi ise kişisel itibara değil, varlığın kemaline taliptir
der işin ehli. Varlığın tekamülüne katkıyla ve insanlığa hizmetle gelen kemal,
külli manayı temsil eden vücudda toplanır. Yeniden aleme dağılır.
Kaynağındaki
birliği, özünde çıktığı yerin aynı olduğunu bilmek isteyenler, bunun ispatını
hakiki bir mürşid kontrolünde yaşayarak yaparlar. Yunus der ki “ne varlığa
sevinirim ne yokluğa yerinirim!” Bela Hak’tan gayrı değildir. O’nu
celaliyle ve cemaliyle bir’lediğin vakit tevhid gerçekleşiyor.
Velhasıl,
hiçbir amel boşa gitmiyor gerçekte, zaten varlıkta boş yok. Bize boşluk olarak
görünenler de manâ. Böyle bakıldığında yani varlığı bütünden bakarak
kucaklayınca hümanizmin dışlanması mümkün değil elbet. Ama halis niyetle Hak
için varlığın kemaline niyet edip gayret göstermek, kişinin kalbindeki nuru
parıldatıyorsa…. Varlığı kendi nefsi için değil, Hak bilinciyle seviyor,
içindeki sırrı biliyor, bütüncül olarak görüyor demektir.
Yunus bir
haliyle belki hümanisttir ama buna sığmaz, Mevlâna belki insan hakları
temsilcisidir ama buna hapsedilemez. “Hakkı gerçek sevenlere cümle alem kardeş
gelir” der Yunus. Bu sosyolojik ve hümanist bir kardeşlik değil ki. Herkesin
birbirine (ve baskın olana) benzemesiyle sonuçlanıyor çünkü bu pratikte!
Oysa
Yunus, “dağlar ile taşlar ile çağırayım Mevlam seni, seherlerde kuşlar ile…
gökyüzünde İsa ile... Tur dağında Musa ile.. çağırayım Mevlam seni!” der.
Varlığı birleyerek. Hepimizdeki değişmeyen öz’de bir oluşumuzdan dem
vurur.
Kediye
köpeğe, taşa çiçeğe böceğe mahluk olarak bakarsan mahluk olur, der
büyüklerimiz. Hak olarak bakarsan Hak olur. Bu sebeple hayvana, bitkiye veya
başka muhtaç kişilere nefsimizle merhamet etmek hümanizmle sınırlıyor hakikati.
Eşyaya varlığın bir olduğu şuuruyla Hak nazarıyla bakarak, her şeye yek vücudun
azaları olarak kabullenerek bakmak mümkün oluyorsa, evet, hümanizmin sınırları
kalkar.
İçeri
girmek için sınırda bekleşen sığınmacıların kendi nefsimizden bir suret
olduğunu, bize ayna tuttuğunu, bir olduğumuzu artık fark edebiliriz.
Yoksa?
Varlığın
bir bütün oluşunu, can pahasına sınırınıza gelen mazlumların sizin tüketme
hazzınızın, konforlu yaşama arzularınızın, her şeyin iyisini en çok kendinize
layık bulan obezleşmiş vicdanınızın tecellisi olduğunu göremezseniz: Görünmez
bir Koronavirüs kılığında içeri giriverir sınırlarınızdan!
Sizin
vesveseleriniz, vehimlerinizdir Korona! Ağyâr sanarak baktığınız alemlerdeki
yâr’inizdir. Nefsinizin geldiği merhalede evet size yâr olan bir virüstür,
mertebeniz budur, anlayın!
Leylâ İpekçi