Hatice Ebrar Akbulut: İnsan yürüdükçe tamamlanır
Yürümek hayatla başa çıkma çabasıdır. Kendi kişiliğini örecek izleri
bulma, kendi izini bırakma ve kendinden önce gidenlerin izlerini görme
sanatıdır. Yürüme biçimleri, tarzları, suretleri ve ahvali aynı gibi görünse de
her yürüyüşün değeri ve karakteri başka başkadır. Vapura yetişmek için
yürümekle sahilde yürümek fizikî olarak birbirinin aynı olsa bile yürüyüşün
mahiyeti ve ruhu itibariyle tamamen birbirinden ayrıdır.
Yürüyen vardır kendine,
özüne, içine bakar. Yürüyen vardır, kendisi dışında her şeyle ilgilenir.
Yürüyen vardır, avareliğe çıkan düzlük nerede diye gezer durur. Yürüyen
vardır, sık sık yürüdüğü yerlerden geçerken dönüp ardına bakar; onca tepeler,
izler, bayırlar, çayırlar
çimenler arasından başkaları da faydalansın diye kendi yürüyüşünden nevi
şahsına münhasır
bir yol yapar.
Yol arızidir, esas olan
yürümektir. İnsan yürürse yol olur. Yürüme gerçekleşmiyorsa insanın önünde
uzayıp giden sayısız yolların bir hükmü var
mıdır? Yol yürümekle
tükenir de yürümenin sonu gelmez. Kitabın sonuna gelinir ama kitabın içimizdeki
yürüyüşü ve yankısı bitmez. Okuduklarımız ummadığımız bir yerde, bir olayda ve
durumda yeniden karşımıza çıkar. Yani esasen, hiçbir kitap kapanmaz, hiçbir yol
bitmez. Aynı nehirde iki kez yıkanamayız ama aynı yolu müteaddit kereler
yürüyebiliriz. Bunun gibi etkisinden çıkamadığımız bir kitabı mükerreren
okuyabilir, okudukça çoğalabiliriz.
Öte taraftan yürümek geri
dönüşü olmayan, bir daha asla geçemeyeceğimiz veya geri dönsek bile aynı
hâliyle bulamayacağımız yollara çıkarır bizi. Kimi yollar çok şedittir, kimisi
çok çetin. Yürüyeni bin bir imbikten geçirir, yorar, dermansız bırakır ama
damıtır, arındırır. Okuması ve hazmetmesi zor kitaplar da öyledir. Büyük bir
yorgunluk verir insana. Hatta hırpalar, örseler ama sonunda eşsiz yüksekliklere
taşır insanı ve geniş bilgiye bandırır. Okumak hem ileriye hem geriye doğru
gözün, gönlün, aklın yürümesidir.
Yürüme nedeni sık sık
sorgulanmalıdır. Nereden nereye yürüyeceğiz? Niye ve nasıl yürüyeceğiz? Bu yürüyüş bize neler
katacak, hangi ağırlıklarımızı bizden alacak ve bizden neler eksiltecek?
Yürümediğimizde geri kalacak mıyız? Mesela okumak üzere seçtiğimiz bir kitapta,
niye yürümek isteriz? Bizi o kitaba yönelten, onda bizi çeken nedir? Yürüyüşçünün
mahareti, kendi iradesini doğru zamanda ve doğru yerde kullanabilmesinden
gelir. Zoraki yürümeye koyulduğumuz bir yolda durma hakkımız var mıdır? İsteksizce
başladığımız bir kitaptan gerisingeri dönebilir miyiz? Bu kadarı kâfi deyip
kitabı elimizden bırakabilir miyiz?
Kitabın cilvesi, yolun
mahiyeti yürümenin seyrini etkiler. Sürükleyici bir kitapta dinginlik aramayız.
Bir şiiri düzyazıymış gibi okumayız. Duygulu ve hassas bir anlatımla dokunmuş
bir kitaba bir makale gibi bakamayız. Yürüyüşümüz olgunlaştıkça okuma biçimimiz
de olgunlaşır. Hangi kitapta neyi arayacağımızı biliriz. Neyi aradığımızı da
hangi kitaplarda bulabileceğimizi aklın sezgisiyle ve kalbin kararıyla
hissederiz.
Bir kitaba tahammül
edebilmek, onun ayrıntılarını, dilini ve üslubunu hakkaniyetle
değerlendirebilmek, yani okunan kitaptan murat almak iç yürüyüşün gerektirdiği sabırla mümkündür. Yürümenin
sabrı, bir kitabın gereksiz cümlelerine katlanmak, bir şey vermeyen satırlarına
katlanmak değildir. Yürümeye sabrı veren, okurun kitap karşısındaki duruşu ve
okurken esere katılma eylemidir. Zira bazı kitaplar okuru bırakmaz, bazısı
ayaklarını yerden keser. Gerektiğinde kitaptan vazgeçebilme, yazarın serdettiği ya da dikte ettiği
düşünceyi reddedebilme ya da kitaba tam manasıyla bağlanabilmedir.
İnsanı ekran zindanlarına
tutsak eden şu zamanlarda yürümek, sağlam bir irade gerektiren olağanüstü bir
eylemdir. Sayfalar arasında bilmediğimiz, yaşamadığımız tecrübeler edinmek,
gerçek hayatta hiçbir zaman rastlayamayacağımız karakterler ve tipler görmek,
zamanın, mekânın, yolun, kitabın sıradan akışını izlerken kenarda, kıyıda,
ufukta asla düşünülemeyecek inceliklere ve detaylara rastlamak yürümenin
beklenmedik, sıra dışı,
mucizevî
yükler taşıdığını bizi hayrette bırakarak gösterir. Yürümek başlı başına
görmemizi, duymamızı, hissetmemizi sağlayan sıra dışı bir eylemdir.
Yürürken aylaklık ve
tembellik hakkımızı sonuna kadar kullanırız. Bu yüzden bazı yürüyüşlerde hem
bir iş yapıyor gibi görünür hem de esasında hiçbir iş yapmayız. Okuyana pek de bir
şey vermeyen ama okunduğu zamanı da boşa geçmediği tesellisiyle kıymetlendiren
kitaplarda yürürken tam da bu duyguyu hissederiz. İçinde yürüme aşkı ve
iştiyakı olan herkes, yürümeye bir şekilde iştirak eder. Yürümenin hiçbir
türevine kayıtsız kalamaz. Bazı kitaplar, kendini eylemek, kendine katlanmak ya
da sırf bir şeyler okumuş olmak için okunur. Bazı kitaplar, gönüle, zihne, dimağa uygun bir şey
bulunmadığından aramak için okunur. Yürüyüş ya da arayış eylemi sekteye
uğramasın, insan kendi boşluğuna düşmesin,
kendinden çıksın, meçhule
de olsa yol alsın diye okunur.
Yürümek, insandaki bir şeyler
yapma arzusunun en güzel yansımasıdır. İnsan bir şey yapamadığında, kilitlenip
kaldığında, için için kendini yediğinde hayalen de olsa az gitmek, uz gitmek,
dere tepe düz gitmek ister. Kendi içinde sahip olduğu yürüme arzusuna tutunur.
İyi bir yürüyüşçü her durumda adım atma, yürüme, yol alma becerisini
değerlendirir. Kalkıp gidemediğinde zihnen ve kalben yürür. Gözlerini
kapadığında bildiği bilmediği vadilerde bulur kendini. İnsan yürür. İşte
bundandır ki yürümek, insanın içinde ikamet eder. İnsanı ikame etmek, yola
çıkarmak için ikamet eder.
Yürümek ayakların
hareketinden ve ritminden çok daha fazlasıdır. Kendi içindeki yürüyüşe dâhil
olabilen herkes için yapılan her iş, her eylem bir tür yürümedir. Yürüyüşü bir
anlama dönüştürmek, bir menzile yöneltmek insanın kendi elindedir. Bir odaya
kapanıp bir ince detayın izini süren bir araştırmacının zihni, bir köşede tüm benliğiyle elindeki örgüye odaklanmış
birinin parmakları, huşu
içinde dua eden, yakaran bir inanmışın titreyen kalbi gitmek istediği yere
doğru yürüyordur. Zira insan salt bedeniyle yürümez. Aklı, gönlü, duyguları,
his ve sezgileriyle de yürür.
Her canlının yürümesi kendine
özgü, kendine has, kendine mahsustur. Kuşun yuva yaparken yürümesi başkadır,
örümceğin yuva yaparken yürümesi bambaşkadır. Arılar petek örerken nasıl da binbir zahmete
katlanır, nasıl da uçarak,
daldan dala konarak yürür ve rüyasını tamamlar. Cümlenin, sözün, kelamın dahi
yazılırken, söylenirken bir yürüyüşü vardır. Bağlamından kopan cümleler,
birbirine ulanan cümleler, birbirine kavuşan kavuşamayan cümleler… Yazıldıkça,
söylendikçe cümlenin, sözün sınırları genişler. Alır başını yürür gider.
Her yürüyüş denemesi, nelere
hassasiyeti ve neye yeteneği olduğunu da insana gösterir. Yürümek kendine
dolandığında kendini çözmek, kendiyle baş başa kalabilmek ve kendini,
sınırlarını, kapasitesini görmektir. Nerede yürüyorsa o yolun hâli ve ruhu
insana sirayet eder. Taşlık yolda bilenir, ağaçlı yolda sükûnet bulur, dere, deniz, nehir kenarında su
gibi durulur insan. Bazı yürüyüş alanları da kelimenin tam manasıyla memnu
mıntıkadır. Kimse oralarda yürüyemez, oralara gidilmez, oralar hakkında söz
söylenmez. Bazı sanat eserlerine dair söz söylemek zordur. Adeta
dokunulmazlıkları vardır. Öyle bir katmana, öyle bir yüksekliğe
konuşlanmışlardır ki oraya destursuz giremezsiniz. Bazı kitaplara dair yazmaksa
yürümenin en keyifli hâlidir. Eserde yazarın dahi ıskaladığı, bilinmedik
köşeler keşfedilir. Yazarın maksadı sorgulanır, yeni anlamlarla yeni yollara
çıkılır. Nurdan Gürbilek’in her eseri, bunun en güzel örneğidir.(1) John Berger’in çok sevdiği filozof Spinoza’nın
eskiz defterini merak etmesi ve kendisine hediye edilen bir eskiz defterini
Spinoza’nınmış gibi hayal ederek filozofun
düşüncelerini bu deftere resmetmesi tam da bunu anlatır.(2)
Her insanın yürüyüşünde,
herkese söyleyemeyeceği ancak dostlarına açabileceği taraflar vardır. Her
yürüyüşte yürüyenin kendine dahi açmak istemediği ya da yalnız kendine
sakladığı, gide gide kendinin kıldığı, gide gide kendinden uzaklaştırdığı
hususi yanları vardır. Kimi yollara baş koyulur, kimi yollar şevkle, iştiyakla
yürünür. Bazı yollarda heybemiz dolar, gönlümüz çağlar. Bazı yollarsa onca
emeğe, çileye, meşakkate rağmen hiçbir
şey vermez bize. Ya da hemen vermez. Çorak toprak, içi boş kitaptır o yollar.
Ot bitmez, çiçek büyümez, insan barınmaz oralarda.
Yürüyüş bellektir, hafızadır.
Kendini tutmak, çoğaltmaktır. Yürüyüş kendine rastlamaktır. Bir yol ayrımında,
bir sokağın çıkmazında, bir caddenin dönemecinde, bir bulvarda birdenbire
kendine çarpabilir insan. Bir kitap tanıdık tanımadık bir simayla burun buruna
getirebilir. Yabancısı olduğumuz bir diyarda, bir başına bırakabilir.
Bildiklerimizi ters yüz edebilir, ezberlerimizi allak bullak edebilir. İyi, çok
iyi bildiklerimizi arapsaçına çevirebilir. Aşina olduğumuz, sahiplendiğimiz
fikirlere yeni bakışlar katabilir. Bir kitap, başımıza olmadık işler açabilir.
Daha yürünmeden cazibesini
yitiren, tılsımını bozan yollar vardır. Nereye varacağı ne diyeceği ne
demeyeceği belli yollar… Aşınmış yollar. Henüz okumaya fırsat kalmadan kendi
kendini tüketen yazarların eserleri gibi. Esasen onlara ne eser denir ne kitap.
Lakin hayat böyledir. Bazen sadece yürümek için yürünür, bazen sadece okumak
için okunur. Okumak yola gönüllü çıkmaktır. Yürümek yola revan olmaktır.
Okursan kendini arar, yürürsen varırsın.
Ufka bir kez olsun bakabilen,
gözlerini bir kez yola çevirebilen; ufka ram, yola revan olan insanın yürüyüşü
nasıl da asil ve kararlıdır. İnsan, ömrünü ufkuna adar. Her yazar, kelimelerden
kurduğu dünyasında kendisine bir yürüyüş belirlemek, yolların ötesine geçmek
ister. Her okur da sığındığı kelimelerin dünyasından kendisine muhayyel bir
âlem yaratmak, orada dilediğince yürümek ister. Yürümek, asla erişilemeyecek
olanın peşinde gitmektir. Çünkü yürüyen aradığını bulursa erişeceği bir menzili
kalmayacağını bilir. Hülyasını yitirmiş bir yürümek, ömrün hüsranıdır. Yazar da
okur da bilir imkânsızı istediğini. Yürüyen de arayan da…
Yürümek insana gereklidir.
Çünkü noksandır insan, yürüdükçe tamamlanır.
DİPNOTLAR
1) Bkz.: İkinci Hayat, 2020; Benden Önce Bir
Başkası, Metis Y., 2016.
2) Bkz.: John Berger, Bento’nun Eskiz Defteri,
Metis Y., 2011.
Hatice Ebrar Akbulut