Selim Cerrah: Arayış
Kâinatla bağı kopmuş insanlara neyi nasıl anlatacağımız
konusunda problemlerimiz var. Kötülük, kibir, zulüm ve alçaklığın çeşmesinden
su içenler sardı etrafımızı. Talut’un ordusundaki askerler su içmemekle imtihan
edilmişti, az bir kısmı su içmedi ve kazandı, diğerleri kaybetti. “Sadece bir
yudum su içmeye izin verilmiş olan nehirden doyasıya su içmiş olan”, “ıslah
ediyorum” diyerek “ekini ve nesli ifsad eden” haramiler bunlar. Kayıp ve kazanç
arasında gidip geliyoruz, ölçüyü nereden aldığımıza dikkat edelim.
Nasihate ihtiyacımız olduğu gibi muhabbetle kurulacak
bağlara da muhtacız. Temel konularda yaşanan sorunları azaltarak ahlâk, takva
ve ihlâs gibi erdemleri çoğaltmaya gayret etmeliyiz.
Bunun için önce: Neye, nasıl inandığımızı bütün
veçheleriyle bilmeli ve muhatap kitlelerin sorularına tatminkâr cevaplar
verebilmeliyiz.
İnsanlığı davet ettiğimiz ölçüleri ihlâs ve samimiyetle
yaşamalıyız.
Dini insanlara hikmetle ve güzel öğütle anlatmalı,
sorulara doğru tatminkâr cevaplar vermeliyiz.
Davayı hedefe eriştirmek ve insanı yüceltmek için gerekli
olan gayreti kuşanmalıyız. İnancımıza saldırarak ve eleştirerek oluşturulan
şüphe ve iftiralara makul cevaplar vermeliyiz. ‘İnsanlara neyi nasıl
anlatacağımızı’ bilmeliyiz.
Merhum Fuat Sezgin’in tespitini kulağa küpe edelim: “Elli
yıl evvel, bugünün Müslümanları ile bir yere varılamayacağını görüp bir karar
verdim. İleride para makam düşkünlüğü olmayan, Batı ile hesaplaşma derdi olan muhayyel
bir Müslüman nesil için malzeme hazırlamak üzere yola çıktım.”
İnsan büyük varlıktır, ona kıymet vermeliyiz. İnsanı
değersiz görerek veya haysiyetini rencide ederek insanlığa katkı sağlamaya
çalışmak beyhude bir uğraştır. Takip edilmeyen problemler insanı yorar.
“Üşenme, erteleme, vazgeçme” prensibiyle yola devam edenler, problemleri doğru
teşhis etmeli, ciddiyetle tedaviye yönelmelidir. Kendi yeteneklerini
geliştirerek iş yapmayı beceremeyen kişiler, başkalarının imkân ve
kabiliyetlerini birleştirerek herhangi bir işi yapmaya muvaffak olamazlar.
Şahsiyet sahibi insan, düşeni kaldırmayı vazife bildiği gibi, düşme
tehlikesiyle uçuruma gitmekte olan kardeşlerini ikaz etmeyi de vazife bilir.
Gençlik yalnız kalıyor, insana değmeden büyüyor, yokluk ve
kıtlık görmeden yaşıyor, sosyal ağlar arasında kayboluyorlar. Onlardan
öğreneceğimiz hususlar var, onlara katkı sağlayabileceğimiz şeyler de var, o
hâlde birbirimize kulak verelim. Şikâyetleri var; anlaşılamamak, aciz görülmek,
güvenilmemek, özgürlüklerinin kısıtlanması ve sorumluluk verilirken yaşatılan
kargaşadan kaynaklı şikâyetler. Mağduriyet ve mağlubiyet hissiyle hayattan
kopan kardeşlerimizle yeniden bağ kurmalıyız. Onları kazanmak için üç sütundan
oluşan “sevgi, merhamet ve arınma” üzerinde durmalıyız.
Nereye ait olduğunu bilmeyen, gideceği yola karar
veremeyen, kökleriyle bağı zayıflamış olan gençliğe; kimleri izlerse yolunun
güzelliğe çıkacağını uygun şekilde hatırlatmalı / bildirmeliyiz. Onlara örnek,
önder ve rehber olmalı; aile, toplum, tarih ve dinle bağlarını
kuvvetlendirmeliyiz.
Her insana biricik olduğunu, ‘sadece sen önemlisin’
duygusunu fısıldayan, başkasını önemsemeyen bir çağda yaşıyoruz. Gençler; sen
bir devsin, her şeyi yapabilirsin, özgürsün, kişiliğini patlat, içindeki devi
uyandır, istediğini yapabilirsin gibi sözlerle kulaklarından zehirleniyor.
Maddeyi yücelten, kanaatkârlığı yok sayan, şükürsüz ve tatminsiz bir hayatın
oluşturduğu olumsuzlukların zararlarını azaltmalıyız. Tüketim ve hazzın
benlikleri esir aldığı bir çağda yaşıyoruz. Modern dönemlerin ürettiği pop,
rock, hip pop ve elektronik müziği birleştiren yeni bir tür olarak pazarlanan
KPOP ve bununla irtibatlı sanal arkadaşlık gruplarında yaşanan “ya bizdensin ya
toprağın” anlayışının dayattığı cinsiyetsizlik ve bağımlı kişilik sendromuyla
gençler tuzağa çekiliyor.
Zor zamanlarda yaşıyoruz, hem de çok zor. 19. asırda
imparatorluk devri bitti, ardından ideolojilerin hâkim olduğu devri yaşadık ve
geride bıraktık, nihayet modern zamana eriştik. Sınırlı ihtiyaçlarımız var,
fakat modern iktisat bize ihtiyaçların sınırsız, kaynakların kıt olduğunu
söylüyor. Öyle olunca nefisler şaha kalkıyor, kalp tatmin olmakta zorlanıyor.
Kalplerin zikrullah ile tatmin olduğunu unutmamalı, iç huzurunu birlikte
yakalamaya çalışmalıyız. Buna tebessümü ve güler yüzü de eklemeliyiz.
Küreselleşme insanî olanı azaltıyor, devletleri
zayıflatıyor, şirket ve uluslar üstü kurumları etkin hâle getiriyor. Böylece
bir belirsizlik çağı inşa edildi. Biz bu çağın problemleri içinde yol arıyoruz.
Ücra bir köşede ortaya çıkan virüs tüm insanlığı mahkûm etmeye, korkularını
derinleştirmeye yetti. Belirsizlik ve kaygı çoğaldı, çağın getirdiği
problemleri aşmak için yeni bir insana muhtacız. Kıymetli sözlere değer verecek
insan bulmayı bırakın, sözü dinleyecek kulak bulmakta zorlanıyoruz. Bunları
birlikte aşmalıyız. Umutsuz olmaya gerek yok, gençler kendilerine dayatılan tüm
kalıpları aşarak yeni ve güzel bir yol haritası çizecektir.
Hedefe yaklaştıkça insanın etrafı boşalır ve çoğu zaman
yalnız kalır. Yaptığım iş öncelikle yapılması gereken iş midir? Doğru
insanlarla beraber miyim? Cevabını arayan sorularımız var. İlmin kaynağı gayret
ve zekâ, başarılı olarak iş yapmanın kaynağı ise iradedir denilmiş. Spora ve
beden eğitimine önem vermeliyiz. Sağlıklı olmak gerektiği gibi irade terbiyesi
ve birlikte iş yapma kültürü de önemlidir. Entelektüel birikimi yüksek
kardeşlerimiz var. Yerli veya yabancı kişilerle anladığı dilden konuşan bu
insanlar, dağ köyünde yaşayan belki çobanlık yapan yaşlı biriyle de sohbet
edebilmelidir. Bilgi, bilgeliğe eşlik ederse insan haddini bilir, böylece
gideceği yeri ve duracağı zamanı idrak eder.
Farkında mıyız; iletişim vasıtaları sözün değerini
azalttı, gürültüyü artırdı. Kabadayılık ve racon kesme çoğaldı. Kitleler bir
tık ötede, iletişim vasıtaları çoğaldı fakat biz yalnız kaldık. Bunlar
hayatımızı zora sokan, olgunluk değil hamlık göstergesi. Sohbet ve yârenlik
gibi geleneksel iletişim yollarını güncellemeliyiz. Kimseye ‘aklını başkasının
eline teslim et’ diyemeyiz. Dünyanın fark edilmek ve görünür olmak üzerine
işlediği “kendisine odaklı” bir “selfie” çağında gençlere “ortadan kaybol”,
“gözüme görünme” diyerek seslenilemeyeceğini bilmemiz gerekiyor. Görünür
olmakla, mahrem kalması gereken şeyleri teşhir etme arasındaki farkı
görmeliyiz.
Hedefsiz yolculuk olmaz. Derdi olmayan, ülkesi ve
milletinin geleceği için kaygı duymayan, kötü görülen şeyleri düzelmek için
çaba sarf etmeyen kişilerin ideali olmaz. Gayret edelim, yapılması gereken
işlere hız verelim. Güzel işler yaptığımızda, camdan dışarı bakıp bunu kimlerle
başardım demeli, yanlış yaptığımız zaman aynaya bakıp kendimizi sorgulamalıyız.
Yetenekli insanlar güzel iş yapmak için başkasının tökezlemesini beklemez.
İnsan gün gelir sahip olduğu yeteneklerin kölesi hâline gelebilir.
Tedavi etmemiz gereken hastalıklar var: Bencillik,
kaygısızlık, tutku azlığı, umursamazlık ve hiçbir şeyi dert edinmeme, kolayı
tercih etme ve merak etmeme, sorgulamadan inanma ve körü körüne itaat etme
gibi. Bu eksikliklerin verdiği zararları azaltmamız gerekiyor. İnsan imkân ve
zaaflarıyla birlikte kendini bilmeli, yeni bir hikâye üretmeli, maddi / manevi
tatmin olmak için önüne hedefler koymalıdır.
Genç arkadaşlara tavsiyemdir: Ayrıntıya boğulma,
geleceğini plânla. Karşılaşacağın tehlikeli durumları akıl, irade ve zekâyla
dengeleyerek cesur adımlar atmalısın. Yenilik ve macera arasında doğru
tercihler yapmalı, maceraya girmekten korkmamalı ama büsbütün dengeyi
kaybetmemelisin. Samimiyet ve disiplin arasında denge kurmalı, saygın olmaya
gayret etmeli, kimsenin haysiyetini incitmeden, kimseyi rencide etmeden dürüst
ve erdemli bir hayat yaşamalısın.
Merhamet yoksunu ve irfan öksüzü kaldık. Bilgiye,
bilgeliğe ve irfana dayalı bir dünya kurmalıyız. Kararlı, mücadeleci ve
vazgeçmeyen kişiler hedefe ulaşır. Aceleci davranmak ve vaktinden önce hedefe
ulaşma arzusu hayal kırıklığına sebep olur. Bugününe sahip olamayan yarınına
hâkim olamaz. İçinden geçtiğimiz zamanın farkında mıyız?
Selim Cerrah