logo

Tuba Kaplan: Sonsuz olasılıkların sonsuz sonuçlarında ...

Tuba Kaplan: Sonsuz olasılıkların sonsuz sonuçlarında ...

Konuşan: Yunus Karadağ


kiracı olduğumu unutarak çiçekler alıyorum her seferinde

eve alışıyor kamyonda ölüyorlar


Öncelikle gerçekten nasılsın, çiçeklerin nasıl?

Oldur beni bensiz koyan hem ben oyum bu ben neyim, Yunus Emre diyorum burada acil çıkışı işaret. Çiçeklerin hepsi öldü, kot farkı ve kuzey cephesi, bazen sadece teslim olmak gerekir. Ben yaşıyor muyum peki, bilmiyorum hem herkes gibi hem de başkalarından çok farklı sahneleri var ömrümün. Bu soruya henüz yazdığım bir şiirden mısralarla cevap vermeye çalışayım sanki mümkünmüş gibi:

gevşemiş bir duvar kağıdı gövdem

tahtakurular yer açıyor kendine


İkinci kitabını yayınlamış bir şair olarak şiirle arandaki gerilim, didişme devam ediyor mu yoksa artık bir uzlaşmadan bahsedebilir miyiz?

Hiçbir zaman herhangi bir meseleyle uzlaştım mı bilmiyorum ki bu doğru kelime de değil, bürokratik ve soğuk bir kelime. Varlık, eşya ve hakikat çıldırtacak kadar dikkatimi çekiyor benim.

Zweig, Kleist'i anlatırken onu Goethe'nin tam karşısına alarak şöyle der: “Goethe yaşamı boyunca denge, uzlaşma ve uyum üzerine kurulu bir varoluş içindeyken, Kleist son noktaya kadar mutlak bir uyuşmazlık, başkaldırı ve acı içinde sürdürür hayatını.” Edebiyat tarihinin büyük olaylarından Heinrich Von Kleist'in sevgilisiyle intiharı var burada bilirsin. Mezar taşında “Zor ve sıkıntılı zamanlarda yaşadı, şarkılar söyledi ve acılar çekti, burada ölümü aradı, ölümsüzlüğü buldu.” yazıyor. Fakat böyle bitemez çünkü kartlar yeniden açılıyor. Her an başka bir mümkün öykünün içine dâhil bir ihtimalin doğuracağı bir sürü sonuç için yaşıyoruz. Oyundan çıkmak yok, bir uzlaşma değil, kul olmak bu. Sonsuz olasılıkların sonsuz sonuçlarında sabit bir hüzün, sabit bir mutluluk insan için yok. An'da boğulup debelenmemek, acıyı ya da mutluluğu dağıtmamak, saçmamak gerek. Yeniden yaşayıp başka başka ihtimallere tutulup teslim olmalı, teslimiyet ne güzel şey. Doğru kelime bu, umarım yaşamlarımıza sirayet eder. Bu teslimiyeti öğrendikçe metne de yansıyor elbette.


Suya Yanılışın şiirinde korkuyorum şiddetinden anlayacaklarımın diyorsun. Anlamak insana ne yapar?

İnsan çok sonra anlıyor bazı şeyleri

bir anlasam

ellerimle boğuyorum bir sevinci

başlamadan

Cevdet Karal böyle diyor. İnsanı hem mutlu olmayı seven hem de mutsuz olmaktan haz duyan bir varlık olarak tanımlıyor Dostoyevski de. İnsan; tanımlar ötesi, uçsuz bucaksız, sınırsız bir şölen, insanda boğulmayı seviyorum. Benzetme ve metaforları, imgeleri hayatına dâhil, gözlemleri kuşatıcı bir şiir dili inşa etmek istiyorsun çünkü varlığına bir anlam arıyorsun.

Ece Ayhan’ın evi hiçbir zaman olmadı. Bir gün Cemal Süreya’ya sormuşlar “Ece Ayhan nerede kalıyor,” diye. O da “Gittiği yerde” demiş. Hiç evim yok ve ötesi evimi arıyorum aslında ben de. Cemal Süreya’dan söz ettik, devam edelim: “Şairin hayatı şiire dâhil” demişti o. Burası beni korkutmaya devam ediyor. Çünkü “İnsan olsa olsa bir dramdır.” 


İlk ve ikinci kitaplardan sonra -hatta her kitaptan sonra da- şairden farklı bir atılım, yöneliş beklenir. Sen bu beklentiye katılıyor musun, şairin uzun süre aynı yolu takip etmesindeki tehlike nedir?

Şair uzun süre aynı yolu takip ediyorsa o şair midir bilmiyorum. İpe sapa gelmez bir biyografisi var şairlerin. Bunu uzun düşündüm ve yaşıyorum. Geçen bir şiir yazdım hayatım değişti mesela. Hayatım değiştiği için mi o şiiri yazdım, ya da tersi mi bilmiyorum. Biyografiler ipe sapa gelmez diye mi şair olunur, ya da tersi mi bilmiyorum. Şiir mi bizi yazıyor biz mi şiiri düğüm burası. Beni darmadağın eden bir anıya ancak yirmi yıl aradan sonra iyi bir şiir yazabildim. Yakın arkadaşımla beraber oturduk, sustuk uzun.


İlk kitabından bu yana biraz da yenilgi diye anlatılan zaferlerden söz etmeni istesem...

Foucault’a göre kendilik, insanın nasıl biri olduğundan başlayıp nasıl biri olması gerektiğine kadar birçok konuda kendisiyle kurmuş olduğu epistemik, etik ve estetik boyutları olan bir hakikat ilişkisi. Bir sarmal, girift ve türeyen bir kavrayış bu. Ve zannediyorum tüm hakikatin özeti kendilik bilinci. Çünkü öyledir: “Kendini bilen Rabbini bilir.” Dolayısıyla, bir insanın seçtiği “kendilik pratikleri’” etik ve ahlaki yönelim ve hedefleri onun ileride ne tür bir insan olmaya özendiğiyle de ilgili. Bu anlamda kendinin içine düşülen bir ilk kitap iki ciddi olgu barındırır; şairin kendi biyografisi, bireysellik. Bu iki kavrayış ciddi bir itiraza dönüşebilir; seksen kuşağı ve sonrasında çok konuşulan biriciklik ve apolitikliğe düşmek gibi. Ben kendisinin kıyısından uzak her kavrayışı pragmatik ve slogana dönük buluyorum, yenilgi buydu. Bu anlamda bir kusur yok burada fakat tüm bu hırçın çıkış ve köşeli tanımlardan ziyade hakikati tüm varlığımız ve geniş bir olgu olarak kavrama pratiğinden yanayım. Tanımlar ve sınırlı bir çerçeve her dönem kendisine itiraz doğuruyor ve bir şekilde yıkılıyor. Edebiyat eleştirisi, yaşamın kaba pratiği siyaset objektif kriterlerle yapılır, oysa sübjektif yargılarla hareket edilince savunu temelsiz kalıyor: Çıkışsızlık ve kavga... Toplumsal, sosyal, politik, kültürel, felsefi, entelektüel dönüşüm ve etkilere kapalı okumalar, değerlendirmeler, insanın gelişini karşılamayan yargılar toksik bir kaosa dönüşmekten başka bir işe yaramıyor. Yalnız edebiyatın içinde kalarak sağlıklı bir eleştiri yapılamadığı gibi eleştiri dünyasını da inşa etmek olanaksızlaşıyor haliyle. Burada, orada yeni bir şiir ve şair var. Basbayağı kavgası kendiyle, üstelik bu kendilik tüm kâinata taşacak bir patlamayı içinde barındırıyor.

Şair kendinin uzağından başlayarak bir şiir dünyası kursa yavan ve taklitten öteye gidemeyecekti, yenilgi bu. Bu güçlü yüzleşme alanı, günlük hayatta hızla kaçtığımız bu kendilik kavgası şair, cesaret ve bakışıyla şiirde ortaya çıkar ancak “Sen seni bilirsen her şey senindir,” der Osman Kemali.


Katili bilmek ölüye ne katar bu soru başka birçok şeyi aklıma getirdiği gibi Türkiye’yi de aklıma getiriyor. İlk kitabın Tek Vuruşta Ölmekte olan Türkiye vurgusu Kalan Sağlarda da belki bir ton azalarak devam ediyor. Bugün şair Türkiye için ne yapabilir?

Evet, Türkiye ve her şeyi anlatabiliyor dize. Özel, ''Şiir, kuramların despotluğuna da hayallerin kofluğuna da ayak uyduramaz'' cümlesini kurmuş, irfan bilgisi edinmek imkânı demek istiyor, sonrasında kendilik bilgisi diyecek o da.

Bir önceki sorudaki yenilgiye kuşağımla beraber ben de dâhil oldum elbette. Hakikati ötekinde aradım, sokakta, politikada, kendimden kaçışmış bu. Elbette politik bir kavgam her zaman var inanmanın, yaşamanın bedeli var ama öncesinde kendimden yola çıkarak savaş devam ediyor.