Emre Demir İle Söyleşi:
İlk şiir kitabınız Ölümdür Sonunda okuyucuyla buluştu. Sakin fakat net bir ses
karşılıyor bizi. Kırık bir hayat duygusunu seziyoruz satır aralarında. Bir şiir
yazılmadan önce izlek olarak zihninizde mi belirir yoksa kendini kelimelere
döküldükten sonra mı tamamlar?
Bir teşekkürle başlamak
isterim düşünce ve hislerime değinmeden önce. Kitabın çıkmasında emeği olan
İbrahim Tenekeci’den tutun da editörler ve mutfaktaki arkadaşlara, işbu söyleşi
için size…
Sizin de soruda dediğiniz
gibi şiirlerimden hayata karşı kırgın olduğum ortaya çıkıyor. Tüm şiirlerim
için bunu söyleyemesem de ekseriyeti böyledir. Tabii burada hayatın içini
birçok şey dolduruyor: arkadaşlar, aile, diğerleri… Bunlardan gördüklerimiz
veya göremediklerimiz bu kırgınlığın baş sebebi.
Dünyada ne kadar şair varsa o kadar şiir
yazma biçimi vardır, demişler.
Bu akla yatan bir ifade şahsımca. Bir şiire başlarken illaki bir tema oluyor
benim zihnimde. İlk yazmaya başladığımda durum böyle değildi ama zamanla
değişti bu. Belirlediğim temayı bir örümceğin ağ örmesi gibi, farkında olarak
veya olmayarak sürekli işliyor zihnim. Bu ağa takılan sözcükler ve boşluklardan
sızanlar oluyor tabii ki. Ağın, taşıyabileceği son sözcüğe kadar bu hal devam
ediyor. Nihayetinde yazma sürecim başlamış oluyor. Ufak tefek değişiklikler ve
belli bir müddet içinde -müddetten kasıt tekrar okumalar, düzenlemeler - eser
ortaya çıkıyor.
Şiirlerinizde ağırlıklı olarak bir baba
figürü ve ölüm teması var. Buna bir anlamda şairin hesaplaşması diyebilir
miyiz?
Estağfurullah… Soyut
olarak bile olsa babamla hesaplaşmadır bu, diyemem. Olsa olsa bir serzeniş.
Türk aile yapısı genel olarak ataerkil olduğundan –genel olarak diyorum çünkü
bu yapının değiştiğini de görüyoruz- ve evde babanın sözü geçtiğinden erkek
çocuk ve baba arasında ister istemez muhtelif zıtlaşmalar olabiliyor. Sorun şu
ki bizim evimizdeki durum çok fazla ataerkillik idi. Tabii burada
anlatılamayacak birçok sebep ve olumsuzluklar bende “ideal bir baba” özlemi
doğurdu. Üstelik, acı ama bunu daha çocuk yaşta fark etmiştim. Ve bu bana “baba, diyorsun/boğuluyorsun bu denizde” gibi dizeler yazdırdı. İşte böyle bir şey.
Ölüm temasına gelince
biliyoruz ki buyrulduğu üzere her canlı ölümü tadacaktır. Ölüm düşüncesinin
aklımızdan çıkmaması ağırlıklı olarak bundandır.
Şair, bence altıncı
duyudur. Ve duyular arasında hassasiyetin en yüksek olanıdır. Bu sebepten,
neredeyse tüm etkilere açıktır. Doğal olarak bu etkiler şairi yaralar. Şairler
annelerinin karnına dönmek isteyenlerdir, gibi bir iddiası var Henry Miller’ın.
Fiziksel olarak, yaratılış olarak anne karnına dönmemiz mümkün olmadığına göre bu
dürtüyü ancak ölme arzusuyla doyurabiliriz. “Ölüm” saydığım ve sayamadığım
sebeplerden şiirlerimde kendine yer buluyor.
Neden şiir yazmaya ihtiyacımız var?
Başka şairlerce başka
başka yanıtlar alınabilir bu soruya karşılık.
“Ölümdür Sonunda” kızım
Ahsen Derin’e ithafla başlıyor. Bir sonraki sayfada İsmet Özel’e ait: “Yaşamayı
bileydim yazar mıydım hiç şiir?” dizesi geliyor. Özel’in şiirini de şiire
bakışını da seven biriyim. Bence de şairler yaşamı bilen fakat yaşamayı
bilmeyenlerdir. Hatta yukarıda bahsettiğimiz ölme arzusuna şiir yazarak
yakınlaşma durumları doğuyor şairlerin. Dünyayla çelişen, aynı dili konuşmayan şairler
böylelikle kendi dillerini oluşturup kendi dünyalarını kuruyorlar. Şiir,
şairlerin kalesidir. Dünyada kendini savunmasız hisseden şair, bu kaleye
sığınır.
Mithra adlı şiirinizde mitolojik bir esinti var. Dişleri dökülen bir kontesi gülerken gördün mü Mithra? Diyorsunuz bir dizenizde. Mitolojinin şiirinizdeki yeri nedir?
Mitlerde hem geleneksel
inançların/inanışların hem hayal gücünün derin tesiri var. Bu, bence büyüleyici
bir şey. En azından beni büyülüyor. Kitaba almadığım birçok şiirimde mitolojik
öğeler bulunuyor. Bu şiirlerin kitaba girememesi bu büyüden kaynaklı. Her şeyin
fazlasının zarar olduğunu öğreten bir kültür içinde büyüdük. Bu zarardan kaçmak
doğru göründü bana.
Velhasıl, bu etkili hayal
dünyası benim şiirlerimde zaman zaman canlanmaya devam edecektir.
Bir şiirin bittiğini nasıl anlarsınız? Bunun sizdeki ölçütü nedir?
Şiire başlarken belirli
bir tema seçtiğimden ve bunu zihnimde geliştirdiğimden bahsetmiştim. Başlamak
bana göre kolay olanı. Bitirmek hem özveri isteyen hem mücadele isteyen bir
aşama.
Şiirin bittiğini bir
çırpıda anlamak benim için imkânsız. Bunu, günler belki haftalar içinde
anlıyorum. Şiiri bir yol, anlatmak/hissettirmek istediklerimi bir hedef olarak
görürsek hedefe vardığım yerde: Yol bitti, diyebilirim. Takdir ederseniz ki
hedefe bağlı olarak yollar da zaman zaman değişiyor ve çok zorlu olabiliyor.
Hedefe vardıysam, alnımdan terler akıyorsa, nefesim kesilmişse dinlenme zamanı
gelmiş demektir.
Zeynep Tuna