Yeni
öykü kitabınız geçtiğimiz aylarda okuyucuyla buluştu, hayırlı olsun. Öncelikle
yazma serüveninizden bahseder misiniz?
Sarp bir Yokuş. Tek kelimeyle Sarp bir yokuş yazmak.
Bir terbiye bir olgunlaşma süreci. Sonra?
Ağır bir yük. İşini hakkıyla, en iyi şekilde, daha iyi yapma derdiyle…
Hep bu ağır yükle geziniyorsun. O yükü bıraktıkça, yazdıkça hafifliyorsun bir
nebze. Fakat zihninde her zaman asılı bir soru: Sırada ne var? Bu ağır yükle sırtında dolan dolan
dolanıyorsun. Bazen çok uzun süre. Yük ağırlaştıka ağırlaşıyor. Takatin
kalmıyor. Çöküyorsun olduğun yere. Anlıyorsun. Duadan başka çare yok.
Zorluğu kolaylığı, başka başka dünyalar, yeni insanlar
tanıma imkânlarıyla, bir başına yazma gerçeğiyle, tıpkı hayat gibi zıtlıkları
barındıran bir süreç. Kuyuları çukurları karanlıkları olduğu gibi gökyüzüne
yaklaştıran aydınlık yanları da var.
Sarp bir yokuş ve baştan sona bir dua bu serüven.
Peki,
öyküye nasıl yöneldiniz?
Öyküye değilse de edebiyata çok önceleri yöneldiğini
söyleyebilirim. Düşünerek sorarak… Etkilenen bir insandım hep, etkiye açık ve
güçsüz belki de. Aslında bu bir yönelmek de değil. Zaten barındırdığımız,
içinde olduğumuz, aşina olduğumuz bir süreç. Yazmak, okumak ve düşünmek. Ta ilk
zamanlardan beri. Ama unutulan, ötelenen bir şey.
Hemingway şöyle diyor, yazar olmanın sırrı mutsuz bir
çocukluk. Ahmet Murat da şöyle… Bütün o şeylerin altında edebiyata yönlendiren
bütün o şeylerin altında yatan sebep: Kırgınlık… Kimisi de şöyle: Yazarak başka
dünyaları mümkün kılmak...
Ben de diyorum ki ilaveten. Bu dünyaya alışamamak.
Belki başkaları da diyordur. Gerçek bir.
Yerini yurdunu aramak sonra. Kendinden memnun olmamak. Olmak istediğin
insan olamamak. Olmak istediğin insan için debelenip durma hali. Kesinlikle bu
olabilir. İşin en başında.
Bir vakit söylemişti Yazar, tekrar etmiş olsun, hem de
o güzel akşama bir selam olsun.
Hiç bitmeyecek büyük bir yalnızlığımız var bu hayatta.
Silinmeyecek bir hüzün var fıtrattan gelen… Bu duyguyla baş edebilmenin bir ve
belki de en güzel yolu edebiyat. Beklentilerimizi karşılamayan bu dünyayla baş
etme yolu. Bir çıkış yolu… Yazmak benim için, bir kızma, kırılma, sevme biçimi.
Yazmak, bir üzülme, bir ağlama, anlama biçimi…
Sahi nasıl? Nasıl yöneldim öyküye? O kadar zaman oldu ki. Bakıyorum o günlere ve resimlere. Uzaktakine bakıyor ve soruyorum ben de. “Sahi nasıl yöneldin?” Saatlerce yürüyor, saatlerce bir denize bakıyor. Galiba böyle başladı her şey…
Her Şey Çok Güzel Başlamıştı nasıl
bir süreçte şekillendi? Öyküleri neler belirledi?
Çoğu, İstanbul’suz,
gemilersiz, martılarsız, insansız, Üsküdar ’sız bir dönemde yazıldı. O
caddeleri, gemileri, mâbedleri içimde aradım, var mıydı? Kuru, çorak bir toprak
mıydı yoksa içim. Dayandığı iskele, yürüdüğü caddeler, elini tutan sevgili
olmadan neydi ederi insanın?
Aşkın olanla irtibatı yitirdiğinde, diğer her şeyin de
değerini yitirdiğini gördüm. Çok istediğin şeylerin temas etmediğine bizatihi
tanıklık ettim. Susuz, ağaçsız ve gölgesiz bir resim geliyor gözümün önüne.
Taze çiçeklerin bir vaha gibi göründüğü resim. Solduğunu solup solup daha da
solarak bir daha asla açmayacağını sandığın bir resim. Karanlık bir resim. Ne hisseder
insan? Kime koşar. Kimin kapısına varır. Kimin kapısını çalar?
Evi
karanlıksa dışarısı da karanlık zannediyor insan, soğuksa dışarısı da soğuk. Ev,
sizin öykülerinizde nasıl bir yeri dolduruyor?
Somut ve soyut anlamlarıyla. Bir bütün olarak. Ama en çok şüphesiz şöyle: Ev. İnsanın kalbi. Canevi. İçi…
Çocuk
edebiyatıyla da yakından ilgileniyorsunuz, çocuk edebiyatının ve öykü yazmanın
birbirlerine yansımaları nasıl oluyor?
Çocuk edebiyatı denir mi emin değilim. Ama çocuklar
için ara ara yazdığımı söyleyebilirim. Onlar için yazmak bir dinlence oluyor.
Başına oturduğum yazıdan tebessüm ederek kalkıyorum çoğu zaman. Onlara anlatmak
daha kolay. Burun bükmez, kibir
göstermezler. Bir şey katabiliyorsam, can sıkıntılarını alıp vakitlerini hoşça
geçirtiyorsam yeter bana. Hayâl dünyalarına minicik bir katkı, bir kelime, bir
öğrenme... Sevinirim buna.
Bunun dışında öykülerimin ön atağı oluyor bazen. Bir disiplin çalışma yöntemi de farkında olmadan. Ama en çok bereket…
Bazen
karakterler yazarın sözünü dinlemezler, yazarla hep bir çatışma içindedirler.
Sizin de itirazlarına maruz kaldığınız, tanıdıkça şaşırdığınız bir karakteriniz
oldu mu?
Yazara değilse de olan bitene itirazı olan karakterler var. Özleyen karakterler mesela. Özlemek de bir itiraz biçimi... Ama itiraz yetmiyor işte. Bu itirazlar bir eylemle buluştuğunda anlamlı. Eyleme geçmeyen her karakter beni şaşırtmaz, ama üzer.
Peki, son olarak sizce öykü yazmak nereye doğru yol alıyor?
Bilmiyorum, bunu zaman gösterecek…
Umarım insan olmaya... Ümide, iyiye, iyileşmeye…