Türk
edebiyatında roman meselesi çok tartışıldı. Bu aralar hararetini yitirse de
bize ait bir roman yazmanın zorluğu hatta imkânsızlığı hep dile getirildi. Bu
konu bir yere bağlandı mı? Ne diyorsunuz, ’’yerli ve milli’’ bir roman
yazılabilir mi?
Roman tartışmaları
gereğince izleyemedim. Sorduğunuzdan farklı bir şey söylendi mi, bilmiyorum.
Ben bu tartışmanın (bizde roman olur mu olmaz mı) tartışmasının fazla
abartıldığını düşünüyorum. ’’Bize
özgü roman’’ dendiğinde ne anlamalıyız? ’’Bize
özgü öykü’’, ‘’bize özgü şiir’’, ’’bize
özgü deneme’’ gibi bir şey mi? ’’Bize
özgü öykü’’nün tartışıldığını, hele öykü türüne rezervle yaklaşıldığını
hatırlamıyorum. Roman niçin bu kadar netameli bir yerde tutuluyor? Doğrusu buna
benim bir cevabım yok. Bir yerde, roman için ’’büyük dedikoducu’’ nitelemesini okumuştum. Ruhumuzun en derin
noktalarına inebilme ayrıcalığına sahip bir tür olduğu için mi? Gizlenmesi
gerekeni gösterdiği için mi? Belki de… Ama ben yine de, romanı, mahrem merak
unsuru olmaktan çıkaracak formlar olduğunu / bulunabileceğini düşünüyorum.
Hani, ’’insanlık durumuna
ilişkindir’’ der ya Malraux romanı tanımlarken; yabancımız değildir insanlık
durumu…
Öykü ya da
roman yazarken neyden daha çok etkileniyorsunuz? Toplumsal değişim mi, siyaset
mi, ideoloji mi? Ya da başka bir şey mi?
Klasik bir cevap olacak ama
insandan etkileniyorum, çünkü ’’insan’’ı
yazıyorum. Bir form içinde insanı ve öyküsünün… Elbette o form, toplumsal
değişimi ve ideolojik tutumları yansıtacaktır. Bütün sahici metinlerde olduğu
gibi.
Son dönemde
bir benzeşmeden söz ediliyor. Özgünlüğün, orijinal buluşların azaldığını ve
birbirine benzeyen metinlerin arttığını, neredeyse aynı konuların çizildiğini
iddia eden çokça eleştiri yazısı okuyoruz. Büyük romancı-yazar dönemi kapandı
mı sizce de? Bir Borges, Kafka, Dostoyevski ya da Kemal Tahir, Tanpınar,
Karakoç ayarında yazarın yetişmemesini de bu bağlamda ele almak mümkün mü?
Edebiyatın endüstrileşmesinden,
edebiyat eserlerinin endüstriyel ürüne dönüşmesinden yakınıyoruz. Haklı bir
isyanla, bu durumu yaratan kanonik düzeni sorguluyoruz. Ama bir şey değişmiyor.
Ben, sözünü ettiğiniz benzeşme halinin, edebiyat dışı mecralar için daha çok
geçerli olduğunu düşünüyorum. Kitapçıları dolaşın, en az on tane Oğuz Atay’la,
yirmi tane Sabahattin Ali’yle karşılaşacaksınız; çoğu edebiyat değeri
tartışmalı ürünler. Büyük romancı-yazar dönemi kapandığı için mi böyle oluyor?
Sanmıyorum. Büyük romancı-yazar döneminde de kanonik bir düzen vardı, ortalık
birbirine benzeyen eserden geçilmiyordu. Sorunuzun zor bölümüne gelecek
olursak… Elbette yeni bir Borges, Kafka, Dostoyevski, ya da Kemal Tahir,
Tanpınar, Karakoç çıkmayacak. Adamlar çıkmış işte, yenilerinin çıkması
gerekmiyor. Ama adı geçen yazarlarla etkileşim içinde başka isimler çıkacaktır,
bu bir kaderdir.
KONUŞAN:
SAADETTİN
ACAR